İhsan Fazlıoğlu‘nun 2003 ilâ 2010 yılları arasında Anlayış dergisinde yayımladığı yazıları bir araya getiren kitabı Kendini Aramak, adından da anlaşılacağı üzere yazarın “kendilik bilinci” üzerine birtakım mülahazalarını ihtiva ediyor. İnsanoğlunun en çok sorguladığı, sancısını en çok çektiği, her şeye rağmen bakirliğini muhafaza eden yegâne sorgulama alanı bu kendilik/ontoloji sorunudur. Yazar meseleyi münferit/yalıtık bir temelde ele almaktan ziyade “insan”ın kendilik/kimlik sorununu ait olduğu bağlam içerisinde problematik/çok boyutlu açıdan temellendirmeye çalışıyor. Fazlıoğlu’nun eserleri parametrik bir okumaya tabi tutulduğunda fark edilecektir ki yazarın temel tutumu kişiyi, şeyi, hatta mefhumu ait olduğu kültür vasatını göz önüne alarak anlamlandırma yönündedir. “Fuzuli Ne Demek İstedi?” isimli kitaba yazdığımız kritikte de işaret etmeye çalıştığımız gibi yazar “hermeneutik daire”yi genellikle kültür küresi/bağlamı çerçevesinde işletme konusunda büyük titizlik gösteriyor. Zira her tür anlam ve anlamlandırma bizzat anlamlandırılacak olan şeyin kökeni ve süregelen “anlam katmanı” ile doğrudan irtibatlıdır.

Bu noktadan hareketle kitabı, eseri temsil kabiliyeti noktasında yetkin gördüğüm “Hakikat ve Siyaset Olarak İnsan” başlığını taşıyan yazı üzerinden değerlendirmek istiyorum. Sorunu ele alırken aynı zamanda takip ettiği metoda ilişkin konsantre bir metin olma niteliğini taşıması, bu başlığı seçmemdeki sebeplerden bir tanesi olmuştur.

Herhangi bir olgu ya da olayı anlamaya, irdelemeye çalışırken tavrımız genellikle ne yöndedir? Yani kısaca anlamlandırma-tanımlama söz konusu olduğunda olayı/olguyu bütüne referansla mı ele alıyoruz yoksa parçaya referansla mı? Fazlıoğlu bu konuyu/soruyu genişletmek adına Önce Muhammed İkbal’den daha sonra Richard Feynman’dan örnekler veriyor. Muhammed İkbal’e atıfla verdiği örnek, gül bahçesinde tek tek güllerle ilgilenen İranlı bilge ile bahçenin içine girmeyerek dışarıdan bir bütün olarak seyreden kadîm bir Yunanlı filozof üzerine. Feynman’a atıfla verdiği örnek ise kadîm Babil matematikçilerinin tek tek örnekler içinde erittikleri genel kural anlayışları ile Yunan matematikçilerin tekillikleri değişkenlikleri içinde bilinemez kabul edip mutlaklaştırdıkları tümellik anlayışı üzerine. Aslında tek tek güllere yönelen İranlı bilge-Babil matematikçileri; bahçeyi dışardan izleyen filozof-Yunan matematikçileri iki ayrı paradigmayı yansıtıyor. Biri aynı zamanda “tümel” olanı, diğeri “tikel” olanı yani biri bütünü diğeri parçayı temsil salahiyeti taşıyor. Buradan hareketle Fazlıoğlu sadece bütünü/tümeli yahut sadece tikeli/parçayı temel alan kültürlerin temel karakterlerine dair çıkarımlarda bulunuyor. Çıkarımlarının neticesini seriyor okuyucunun önüne. Yazara göre “sabitlik”, “ilke” arayışı ve hareketten, değişimden, dönüşümden rahatsız olma sadece bütüne yönelen bir zihnin temel karakteristiğidir. Aynı zamanda bütüne odaklanma tekilliği/bireyselliği göz ardı etmek manasına gelir. Gerçekten de şu an Yunan matematikçilerinin yani tümelin peşine düşen bir paradigmanın devamı olan Batı düşüncesinde en basitinden politik felsefe, –genel itibariyle– “esas olan, toplumun refahıdır” ön kabulüyle şekillenir. Yani amaç toplumdur, insan araçtır. Voltaire’den Smith’e, Hobbes’tan Hutcheson’a hatta “insan araç değil, amaçtır” çıkışına sahip büyük Aydınlanma filozofu Kant’a varıncaya dek bu ön kabulün izlerini görmemiz pekala mümkündür.

Sadece parçaya yönelen bir zihnin temel karakteristiği ise hiçbir şeyin olduğu hal üzere kalmaması, sürekli değişmesi, dün ve yarın kavramları başta olmak üzere zaman kavramının yani hayat tasavvurunun zayıf olmasıdır. Aynı zamanda merkez kabul edilen tekillikler içinde düzenin yani bütünün gözden kaçırılması demektir.

Muhammed Âbid el-Câbirî “Felsefi Mirasımız ve Biz” eserinde bizim tümel ve tikel diye işaret ettiğimiz kendininse Arap-İslam mantığı ve Yunan mantığı diye isimlendireceği bu iki ayrı paradigmayı çözümlerken ikisinin birbirinden ayrı olmasını, birinin “3 değerli” diğerinin “2 değerli” olması üzerinden bir formülasyonla izaha girişiyor. Yunan/Aristoteles mantığında esas olan üçüncü halin imkansızlığı iken Arap-İslam mantığında üçüncü halin bizatihi kendisi başlı başına bir değerdir. Örneğin Aristocu mantık vacip ile mümkünü birbirinden ayırırken İbn Sina üçüncü bir değer olan “vacib bi gayrihi”yi (başkası vasıtasıyla zorunlu olan) ortaya atar. Yine Mutezile’yi Mutezile yapan “el-menziletü beyne’l-menzileteyn” kavramı da Arap-İslam aklı içerisinde üçüncü olanın değerine imkân sunan bir örnektir. Cabiri’ye göre Doğu’daki Arap düşüncesinin mihenk taşı olan bu üçlü değer sistemi aslında kendi bünyesinden ortaya çıkmıştır. Çünkü ona göre bu yapının temelindeki tüm ilişkiler üç mihver arasında kurulur: Allah-Evren-İnsan. Oysa Yunan mantığı düalisttir ve tüm ilişkiler iki mihver üzerine kuruludur: Evren ve İnsan. İlahlara gelince onlar zaten insanın yarattığı şeylerdir, var olanların en sonuncusudur der şöyle devam eder: “Önümüzde iki fikri yapı vardır, her birinin kendine özgü mantığı vardır. Bunlardan birini oluşturan unsurları parçalayıp mensup olduğu sistemden soyutlayarak mülahaza etmek elbette hatalı olacaktır.”

Câbirî hemen hemen tüm eserlerinde özellikle parçanın mensup olduğu bütünle/realiteyle irtibatlandırılmasının zaruri ve elzem olduğunu vurgular. Fazlıoğlu’nun da hemen her eserinde/demecinde aynı vurguyu yapıyor olması yazar ile –kendisinin de sıklıkla atıf yaptığı– Muhammed Abid el-Câbirî arasında ünsiyet kurmamıza dayanak teşkil ediyor.

Fazlıoğlu değindiğimiz yazının devamı niteliğindeki bir diğer yazısını “yalnızca eyleyenler bilirler, bilenler de eylerler” cümlesiyle bitiriyor. Bu cümleden hareketle, ilk bakışta hatıra gelen, dikkati çeken şeylerden bir tanesi de Klasik dünya tasavvurunda teorik-pratik bütünlüğün gözetilmesi hususudur. Yukarıda tümeli-tikeli merkez alması noktasından hareketle birbirinden ayırdığımız iki ayrı paradigmadan biri olan Yunan mantığı dâhil olmak üzere, şu an durduğumuz yerden baktığımızda, klasik dünya görüşü bu noktada, tüm ayrılıklarına ve birbirlerine olan tüm aykırılıklarına rağmen aslında bize bir “bütün” sunar. Bu ister Sokrates’in “bilen, kötülük yapmaz” ifadesiyle anlam bulan entelektüalist erdem anlayışı şekliyle yer tutsun ister Platon’da olduğu gibi ontik erdem anlayışı diyebileceğimiz şekliyle, ister Aristoteles’te olduğu gibi ahlaki erdem (karakter erdemleri) anlayışı şekliyle yer tutsun Klasik Yunan dünyası büyük oranda teorik ve pratik yetkinliği birbirinden ayrılamaz bir bütün olarak ele almıştır. Aynı durum yönümüzü ister İslam filozoflarına, ister mütekellimuna, istersek de vahiy temelli olmayan gnostik-mistik karaktere sahip toplumlara çevirelim Doğu-İslam kültürü için de geçerlidir.

Kitapta dikkatimizi en çok çeken hususlardan bir tanesi de yazarın kendilik bahsine dair sistematize ettiği üç sorudur: Köken, son ve “ara”. Yazara göre kendilik problemi en çok da “ara”nın bilgisine, yani Evren’in, yani şu andaki zamanın ve mekânın bilgisine muttali olmakla aşılabilir. Yazarın bu vurgusu okurun aklına direkt “meta-fizik” kavramını getiriyor. Köken ve son problemi dahi fizikten, şu an ve mekândan hareketle bir anlam kazanıyor. Felâsife de bunu “mâ’ ba’de’t-tabîa'” yani “fizikten sonra gelen” diyerek ifade etmiştir. Hakikaten de insanın tüm hesaplaşmalarının dönüp dolaşıp geldiği nokta, içinde bulunduğu yer ve zamana nispetle bir nitelik kazanıyor.

Sistem körlüğü başlıklı bölümde Fazlıoğlu İspanyolların Aztekler’e karşı “üstün” gelmesinden bahsederken “Sahip oldukları ilkeyi eşyanın yeni durumuna karşı değiştirmeyi reddettiler; eşya da onları reddetti.” şeklinde bir cümle kullanıyor. Yazarın bu ifadesini –bağlamını da dikkate alarak– bir parça “mekanist” bulduğumuzu belirtmeden geçmek istemiyoruz.

* Yazıda geçen “Doğu” ve “Batı” isimlendirmeleri “hakikati” ifade etme maksadı gütmüyor. Zira her iki kavramın da işaret ettiği alan, monolitik bir bütün değildir ve tekdüze bir tanımlamayla geçiştirilmeyecek kadar çok katmanlı bir yapıya sahiptir.

| metin için kullanılan resim Peyami Gürel‘e aittir

Yazar Hakkında

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 2016’da mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini “Fârâbî ve İbn Sinâ’da Akıl Varlığı Olarak Tanrı” başlıklı teziyle Uludağ Üniversitesi’nde tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam ediyor.

Yorum yaz