Modernite ile birlikte toplumda sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarında büyük değişim meydana gelmiştir. Bu durum insanların günlük pratiklerine de doğal olarak yansımıştır. Modernleşmenin beşiği olan Batı, daha önce idealleştirdiği Doğu paradigması yerine daha akılcı bir mantalite olan pozitivist ilerleme anlayışına yönelmiştir. Bu durum modern Batı düşüncesinin ilerleme fikrine olan sadakati ve katkısıyla devam etmiştir. Geleneksel öğretilerin ve yaşam pratiklerinin yerine geçen “nesnelerin dünyası” insanın varoluşsal alanında bir töz olarak yerleşmiştir. Daha açık bir ifadeyle insanın el emeğiyle tanıdığı doğa nesnesi, teknik ve bilim sayesinde yeni modern dünyasını yaratmıştır.

Modernitenin sağlayıcısı olan kapitalist sistem, kendi kültürünü, enformasyonunu ve manipüle ettiği yığınları oluşturmuştur. Nitekim 2. Dünya Savaşı sonrası (1970’lere kadar)  “Tüketim Toplumu” olarak anılan düzen, bilgisayar aygıtının yaygınlaşmasıyla yeni bir aşama katetmiştir: Enformasyon toplumu. Tüketim noktasında duygunluğa erişen sistem, böylece ihtiyaç üretme (reklam) sektörüne yönelmiştir. 1990’larda enformasyonun yayılması ve hızlanmasıyla reklam ve pazarlama sektörü daha profesyonel bir hal almıştır. Özellikle bütün dünyayı saran “internet devrimi” ile enformasyonun küresel etkileri peyda olmuştur. Manuel Castells’in “Ağ Toplumu” diye adlandırıdğı yeni düzen anlayışında her şeyin birbiriyle bağlantılı ve hiçbir şeyin yerel kalmadığı bir anlayış hakimdir. Ağ toplumunun oluşumu internet kullanımının yaygınlaşmasıyla mümkün olmuştur. Nitekim insanlar internet ağının uzandığı her yer hakkında her an haberdar olabilme, her an bilgiye ulaşabilme imkanına erişmiştir. Bu açıdan insanların zaman ve mekan algısında büyük bir değişim yaşanmıştır. Castells’in ifade ettiği üzere ağ toplumu bütün sosyal ve siyasal dinamikleri etkileyen, dönüştüren bir gücü içinde barındırmıştır. Çünkü ağlar, yeniliği, küreselleşmeyi ve merkezsiz bir yoğunlaşmanın sağlanabileceği kapitalist bir ekonomi modelini ve beraberinde getirdiği manipüleye açık kitleleri yaratmıştır. Ağların sağladığı hız ve enformasyon bir yandan daha konforlu bir hayat imkanı sağlarken öte yandan insanın mekanikleşmesine ve insanların kapitalist ekonominin birer tüketim aracına dönüşmesine sebep olmuştur.

Ağ toplumunun yapı taşını oluşturan dijitalleşme süreci insanların çalışma şartlarını, meslek gruplarını, üretilen ihtiyaç durumlarını ve bunlara bağlı olarak ilişki biçimlerini şekillendirmiştir. Mesela bir öğretmen iş yerine gitmek için belli güzergahlardan geçen araçları kullanmak zorundadır. Ancak bu araçların geliş saatlerini akıllı telefonundan takip edebilir. Böylece durakta fazla beklemeden zamanında gelip aracına binebilir. Burada zamandan tasarruf edildiği anlaşılsa da esasında dijital çağda bireye sunulan bu ve buna benzer imkanlar bireyin zamanını bölmesi ve tüketmesine sebep olmaktadır. Örtük bir sömürü, örtük bir köleleştirme politikası mevcuttur. Nitekim çağın insanının yakındığı konulardan biri “zamanın yetmemesi” problemidir. Dijitalleşmeyle birlikte insanların kullandığı kitle iletişim araçları onları sanal bir dünyada yeniden yaratmaktadır. Bedeni olmadan ve bir mekan sınırlaması olmadan dijital cihazıyla kurduğu iletişim ona dijital platformun sağladığı imkanlar dahilinde yeni bir “ben” yaratmasına” müsaade etmiştir. O, bedeninden arındırılmış yeni ilişkiler ağındadır artık.

İnsanlar, instegram, facebook, twitter, youtube gibi internet uygulama ve programlarıyla video çekebilmekte, fotoğraf paylaşabilmektedir. Yaptığı şeyleri paylaşma sınırlamasını kendisi ayarlayabilmektedir. Yani kendi alanını kendisi belirleyebilmektedir. Ancak milyonlarca kişinin kullandığı bu uygulamalar, esasında insanları manipüle etme aracı olarak da kullanılmaktadır. Özellikle medya patronları kitleleri sosyal medya kanallarından yönlendirebilmekte, insanların gündemini belirleyebilmektedir. Bu açıdan iktidar tehdiy unsuru olarak gördüğü platformlara müdahale alanını her zaman elinde tutmaktadır. İnsanların belli internet sayfalarını ne kadar süre takip ettği, beğendiği veya yorum yaptığı veri olarak kaydedilmektedir. Çünkü bu programları dijital cihazlarınızda kullanmak için önce kullanıcıların sözleşmeyi kabul etmesi gerekmektedir. Böylece kullanıcıya ait bilgiler birer veri olarak gerekli yerlere rapor olarak sunulabilmektedir. Yani insanların beğenisi ve ilgisine göre tüketim için yeniden üretim sağlanmış olmaktadır. İnsanların her daim yanında taşıyabildikleri akıllı cep telefonları ile e-posta göderilebilmekte, banka hesapları, dilekçe, kamu başvurusu gibi birçok işlem yapılabilmektedir. Ayrıca akıllı telefonlarındaki kamerlar sayesinde görüntülü konuşma ve görüntülü dersler (online dersler) yapılabilmektedir.

Dijital unsurlar arttıkça insanların kamusal alandaki varlığı ile özel alan arasındaki geçişliliği artmış ve buna bağlı olarak mahremiyet duvarı giderek silikleşmiştir. Dijital medya ile daha fazla görünür hale gelen mahrem alanlar giderek kamusal alana açılmış, insanların mahrem alanı gözlenebilen sanal ortamlara taşınmıştır. Michel Foucault’un Jeremy Bentham’ın “panopticon hapishanesi” benzetmesinden yola çıkarak gözetim toplumu metaforunu açıklamaya çalışmıştır. Foucault’ya göre insanların görünürlüğü bir tuzaktır. Panopticon içersinde her mahkum, izlenmekte ve görülmekte ancak görememektedir. Bir bilginin nesnesi olan mahkum iletişimin öznesi olamamaktadır. Bu da gözten iktidarın bireyler üzerindeki etkisini göstermektedir. Foucault’un Panopticon benzetmesi bu büyük etkiden kaynaklanmaktadır. İktidar üzerinden bir gözetim mekanizmasına dönen toplum, insanların sınırlı, kontrollü ve sürekli görünebilirlik halini yaratmaktadır. Ancak bugün Foucault’un teorisinin biraz daha gelişmiş bir formuyla karşı karşıyayız. İnsanlar dijital unsurlarla hem kendi hücrelerini hemde başka hücreleri izleyebilmekteler. Ancak iktidar sadece hücrelerde pasifize edilmiş bireyleri izlemiyor, onların kendilerine ayrılmış alanlardaki her durum ve eylemini takip edebilmekte ve bunları kaydeden akabinde analiz edip raporlaştıran oldukça büyük bir ağa sahiptir. İktidarın üstten kontrol edici katı gözetimi insanların kendi rızalarıyla kendi hücrelerini oluşturma “fırsatını” sağlarken aynı zamanda kendi rızalarıyla gözetime maruz kalma “imkanını” da sağlamıştır. Bu durum toplumun “gönüllü gözetim” formuna kaydığına işaret etmektedir. Nitekim yukarıda değindiğim sosyal paylaşım uygulamaları (twitter, instegram, facebook, vb.) ile insanlar kendilerini yarattıkları kimlikler üzerinden tanıtılmaktadır. Böylece daha güzel, daha zeki ve biricik olma isteklerini bir şekilde diğer insanlara gösterme eğilimi içine girmişlerdir. Bu ortamlardan alınan veriler büyük üretim şirketlerinin veri bankalarında işlenmektedir. Nihayetinde insanların arzu edecekleri yeni tüketim unsurları da bu şekilde belirlenebilmektedir.

Bireyselliğin arttığı toplumlarda insanların özel yaşam ve gizlilik konusundaki duyarlılığı artmaktadır. Mesela dijitalleşmenin hızlı ve enformasyon teknolojilerinin oldukça yaygın olduğu Amerika’da, insanlar internetten uzak kalmak istemektedirler. Bunun temel sebebi gizlilik konusundaki endişeleridir. Harris West’in kamuoyu araştımasına göre 1997’de halkın yüzde 92’si gizliliklerinin tehdit altında olduğunu düşünmektedir. Dijitalleşmenin en yoğun olduğu ülkelerden biri olan Amerika, bu yolun öncüsüdür. Ancak diğer ülkerin bu yolun çek gerisinde olduğunu söylemek yanlış olacaktır.

Enformasyonu toplayan ve işleyen bir etkinliğe sahip olan dijital unsurlar, insanların tüketim alışkanlıklarını, beğenilerini, yaşam pratikleri hakkındaki düşüncelerini analiz etme becesine sahiptirler. İnsanların bir kısmı bu muazzam veri havuzunda kendi bilgilerinin sızmaması için online gizlilik sözleşmelerine güvenmektedirler. Ancak verilerin büyük şirketlerin eline geçip geçmediğine dair en ufak bir teminat söz konusu değildir. Bu açıdan insanların tüm mahrem bilgilerinin bile birer veri olarak saklanıp işlenebileceği her zaman güçlü bir ihtimal söz konusudur.

Daha önce uzak mesafelerde yaşayan insanlar arasında iletişim güç durumdaydı. Dijitalleşme ile birlikte iletişim hızlanmış, mesafeler de kısalmıştır. Bu durum insanların yaşam hızını arttırmıştır. İnsanların yaşam pratikleri arasındaki geçiş hızı arttıkça mekansal hafızası yavaşlamıştır. Böylece insanın mekan ve zaman ile kurduğu bağ zayıflamıştır. Hayatındaki mekansal hareketlilik onun hafızasında izler bırakmasına fırsat vermemiştir. Çünkü insan gördüğü yer üzerinden bir hafıza inşa etmektedir. Mekanın silikleştiği sadece bakıldığı bir koşuşturmada bellekte bir görüntü kalmaz. O, sadece zamanla yarış halindedir ancak bununla meşgul olabilmektedir. Halbuki mekan insana hatırlatmaktadır. Mekan insanın geçmiş ve gelecek arasında bir köprü hüvviyetindedir. Yani mekan insanın hafızasıdır.

Bir mekanda zaman ne kadar yavaş akıyorsa, ayrıntılara olan dikkatimiz artar, mekanın özelliklerini daha iyi gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla insanın zaman ile kurduğu ilişki mekan ile kurduğu bağlantı ile beraber düşünülebilir. Bu açıdan hız bizim mekan algımızı unutturmaktadır. Hayatımız hızlandıkça toplumsal ilişkiler anlamsızlaşmakta ve maddileşmektedir. Çünkü o anlarda yaptığımız hiçbir şeyin hatırda kalır bir yanı olmayacaktır. Sadece tamamlamamız gereken hızlı bir hayatın çok kısa bir halkasından ibaret olacaktır. Örneğin bugün insanların kullandığı tüm dijital araçlar hızlı olmalarıyla daha değerli ve daha fazla tercih edilen ürünler olarak kabul görmektedir. İnsanlar artık hayatlarındaki her anın yavaş ilerlemesine tahammül edememektedir. Hızlı yaşamak vazgeçilemeyecek bir yaşam standardı haline gelmiş durumdadır.

Özet olarak enformasyon çağında insanlar birer veri olarak değerlendirilmekte ve esas tüketici algoritma olarak kabul görmektedirler. İnsanın her yönüyle gözetildiği dünyada, onun varoluşsal özellikleri mekanik bir kalıba konmakta ve bilişim kapitalizmi “her şeyin bir değeri vardır” mottosuyla yeni nesil insanını yaratmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte insan kendisine, çevresine, eşyaya ve doğaya yabancılaşmış; ilerlemenin ve medenileşmenin (modernleşmenin) bedelini ağır ödemiştir. Katı olan her şey buharlaşıyor, diyen Marx’ın haklılığı insanın kendi eliyle kurduğu ve kendi sonunu hazırladığı yeni dünya düzeninde “yaratıcı yıkım”ını (creative destruction) gerçekleştirmesiyle tekerrür etmektedir.

Yazar Hakkında

1992’de Tatvan’da doğdu. Lise eğitimini Erciş Anadolu Öğretmen Lisesi’nde, lisans eğitimini Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Bu yıllarda editörlüğünü yaptığı edebiyat dergisinde şiir ve öyküleri yayınlandı. 2015’te Özel Eğitim Bölümü’nden mezun oldu. Şubat 2020’de Bursa Uludağ Üniversitesi’nde Din Sosyolojisi alanında yüksek lisansını tamamladı. 2015’ten beri MEB’de Özel Eğitim Öğretmeni olarak çalışmaktadır.

Yorum yaz