Hasan Hüseyin Çağıran sordu, M. Safa Karataş cevapladı.
Geçtiğimiz süre içerisinde Martin Socersese, David Lynch gibi yönetmenler filmlerini (The Irishman ve What Did Jack Do?) Netflix’te yayınladı. Alfonso Cuaron’un Roma’sı da aynı mecrada yayınlandı ve çok sayıda ödül aldı. Yakın geçmişte basına “Netflix-Cannes kavgası” şeklinde yansıyan gelişmeler dijital platformları birçok bakımdan “gündem” haline getirdi. Bu bağlamda siz dijital platformların -varsa- sinemaya etkilerini, dijital platformlar ile klasik sinema unsurları (sinema salonlarından film yapım süreçlerine, bir filmin dağıtımından müesses ödül programlarına kadar) arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin yol açabileceği gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Sinema öncelikle bir icattır. Kitlece karşılanması yeni bir buluşa duyulan merakla birdi. Sinema bir aygıttı ve sanata dönüştü. Teknolojiyle hep bağı olan bir sanat hakkında söyleşiyoruz. Bilinen bilgilerin altını çizelim: Sessiz sinema-sesli sinema tartışmaları, siyah beyaz-renkli film tartışmaları, 8mm-16mm-35mm tartışmaları, 35mm-dijital tartışmaları… Teknik yenilikler ve buna karşın eskiyi (geleneksel demek çok doğru gelmiyor geleneksellik sürekli değişime uğramaz sanırım) övenler hep karşı karşıya gelmiştir sinema tartışmalarında. Lakin çoklukla yeni olanın üstün geldiği ve yaygınlaştığı, bu anlayışla sanatını devam ettirenlerin üretiminin sürdüğü bir alandır sinema.
Netflix gündeme geldiğinde ilk olarak aklıma teknik gelişme geldiğinden ve kronolojiye baktığımızda benzer vakalar karşımıza çıktığından böyle bir giriş yapmak istedim. Yani sinemanın DNA’sı teknikle iç içe. Bu yüzden teknik gelişmeleri göz ardı edemeyiz.
Film izleme meselesi de sinema üretiminde olduğu gibi değişken ve devingen bir sürece tabi. Tiyatro salonlarından sinema salonlarına, televizyona, bilgisayara, telefonlara, akıllı televizyonlara, cep salonlara, sanal gerçekliğe vesaire… Bu anlamda sinemayı teknik anlamda kısıtlamak ve/veya sinema üretiminde ve deneyiminde bağnazlık yapmak pek mümkün görünmüyor. Sinema gelişecek ve değişecektir.
Film üreten sanatçılar bu hareketin ve meşakkatin farkındalar. Tartışmalar ve çözüm arayışlarına çokça tanık oldum. Bu pahalı sanat üretiminin ortamında kendilerine her daim yol açmayı beceriyorlar, bu noktada eksik kalanlar yönünü değiştiriyor ve/veya toprağın altına giriyor.
Netflix ve sinema deneyiminin değişimine giden yol tekniğin cilvesi. Bu kestirmeler bazen dönemlik parlamalar bazen kalıcı cevherler olarak tarihe geçmiştir. Akıllı televizyon ve telefonun imkân açtığı izleme platformları dönemimizin film izleme alışkanlığına evren olmuştur.
Kablolu yayın televizyon alışkanlığını değiştirmişti. Para veren ve farklı içeriklere sahip olmayı talep eden izleyici profili vardı. İzleyici, seyirliği durduruyor, kaydediyor ve istediği yerden devam edebiliyordu. Bu teknik imkân Netflix’e ilham vermiş olmalı. Akıllı televizyonların ve telefonların kullanım yoğunluğu bu platformu güçlendirmiştir. Netflix bir içerik üreticisidir her şeyden evvel. Sinema bir içeriktir. Teknik güçle stratejik akıl birleşmesi olan bu içerik üreticisi kitleyi yakalamıştır. İçerikleri belirlerken öncelikle tutan işlerin satın alınması ve bunlara benzer dizi-film üretilmesiyle işe başlanmıştır. Bunu insan psikolojisi ve hikâye dinleme alışkanlığımız ekseni etrafında yeniden şekillenen bir üretim izlemiştir. Bu noktayı biraz açmak gerekecek.
Freud’a atıfla davranışlarımızın temeli cinsellik ve saldırganlığa dayalıdır. İd denilen bu ilkel yapı birçok evreden geçerek törpülenir ve dizginlenir ki toplum içinde yaşayabilelim. Toprağın altında baş çıkarmaya hazır bu kök bizim hem veririmiz hem ayak bağımızdır. Bunu şekillendirmek insanın “yeteneğine” bağlıdır.
Hikâye anlatma ve dinleme insanlık tarihiyle eştir. Her ne kadar bugün farklı mecralarda ilerlese de hikâye anlatmaktan ve dinlemekten vazgeçmedik. Bunun güncel yolu da medya. Hikâyenin birçok temeli olsa da anlatıcının yeteneğinin ve dinleyicinin dikkatinin alameti “merak” unsurudur.
Netflix bu sarmalı kendi lehine yöntemleştirmiştir. Seyircinin izleme alışkanlıklarını ve ilkel ihtiyaçlarını çözümlediğinden içeriklerini bu yönlü geliştirmiştir. Bu kitleyi kendine bağlama başarısından sonra sanatçıların üretimi meselesine geçebiliriz sanırım.

Hikâye anlatma ve dinleme insanlık tarihiyle eştir. Her ne kadar bugün farklı mecralarda ilerlese de hikâye anlatmaktan ve dinlemekten vazgeçmedik.
Sinema tarihinde ismi yer alan yönetmenler söylediğiniz gibi Netflix’e “iş”ler yapmıştır ve yapacaktır da. Bu çok olağandır. Burası bir izleme platformudur. Sinemayla uğraşan sanatçı veriminin izlemesi ister. Bunun için yola çıkar. Netflix bir dağıtım ağıdır ve çok ergonomik bir yapıdadır. Yönetmenler, sinemanın en büyük problemi olarak her daim dağıtımı öne sürmüştür. Şimdi bu iş teknik imkânla kendiliğinden çözülmüştür. Belki bugün tekel gibi görünen Netflix yarın yaratıcı yönetmenlere başka bir fikir verebilir. Mesela Türkiye’de bağımsız sinemacılar birleşip bir platform kurup filmlerini bu platform üzerinden akıllı televizyon ve telefonlar üzerinden izlenmesini sağlayacaklardır. İnsanlar neden teknikle kan bağı olan bir sanatı her daim el işi bir nostaljiyle eleştiriyor bilemiyorum. Lakin bunun boş bir çaba olduğu ve teknik geliştikçe sinemaya başka yollar açılacağı aşikâr.
Bu genel değerlendirmeden sonra sorunuzun içindeki özel mevzulara değinmek istiyorum.
Roma bir pazarlama çalışmasının sonunda ödüller almış bir filmdir. Sinema tarihinde birçok örneği vardır. Ödül mekanizmaları lobiyle şekillenir. Bunu “evraka” diyerek lanse etmem, herkes buna aşinadır. Netflix gibi güçlü bir yapı sinemacıları etkilemek ve eteğine çekmek için bu tarz bir pazarlama içine girmiştir. Irishman bunun en güzel örneğidir ve Oscar öncesi yansımaları gördüğümüz gibi Oscar sonrasını da takip edeceğiz. Lynch’in kısa filmleri meşhurdur ve Netflix için yine bu reklam kaynağıdır. Lynch gibi marka yönetmenin filminin platformda olması Lynch’ten çok Netflix’in işine yarar. Avangard işleri için de bu gibi marka yönetmenler büyük platformları kullanabilir.
Bildiğim kadarıyla Netflix birçok festivalde stant açıyor, birçok yapım şirketi gibi. Burada yukarıda sözünü ettiğim gibi dağıtım meselesini teknikle çözen bir firmadan bahsediyoruz. Yönetmenler festivallerde Netflix ve ileride sayısı artacak dijital ortamlara filmlerini satabilir. Bu sayede daha rahat üretebilir ve izlenebilir. Yine Cannes kavgasını ciddi bulmuyorum.
Ben izleyici olarak Netflix kullanıyorum, MUBI kullanıyorum. Bir ara BluTV kullandım. Ama festivallere ve sinema salonlarına da gidiyorum. Bunlar sinemanın üretim gerçeğidir. Bir okur olarak Kindle kullanıyorum ama kütüphanem de var. Bu okuma alışkanlığımın şeklini belirliyor.
Festival izleyicileri her daim bağımsız sinema yapanları aldatmaktadır. Festival seyircileri öncelikle bir “etkinlik” olarak buralarda bulunmaktadırlar. Filmler vizyona girdiklerinde sinema salonlarına uğramamaktadırlar. Bu yüzden aslında bağımsız yönetmenler için dijital platformlar daha elverişlidir. Söylediğim gibi Netflix şimdilik tekel gibi görünse de buna alternatif oluşumlar kurulabilir ve filmlerin dağıtım sürecinde ortaya çıkan sorunlar daha rahat çözülebilir.
Baştan beri tekrarla belirttiğim gibi sinemanın bir yanı tekniğe muhtaçtır ve dolayısıyla teknik gelişmelerden azade düşünülemez. Mesele yeniliği lehine çevirebilmek ve verimini sürdürebilmek. Sinemanın en çok konuşulan, üzerinde düşünülen ve üretim yapılan alanlardan olmasının sebebi bu devingen halidir. Bu yüzden yarın başka bir teknik gelişme ekseninde sinemanın etkilenme durumunu tartışacağımız da kesindir.
M. Safa Karataş Kimdir:
1988 doğumlu. Marmara Üniversitesi Türkçe Eğitimi Bölümü’nü bitirdi. Üniversitede eğitimi sırasında TRT’de yönetmen stajyerliği yaptı. Üniversiteden sonra bir süre ulusal bir gazetenin kültür sanat bölümünde ve kitap ekinde muhabirlik ve editörlük yaptı. 2012-2014 yıllarında Manas Üniversitesi’nde Türk Dili okutmanlığı yaptı. Aynı üniversitede Reşat Nuri Romanlarının Senaryolaştırılma Serüveni teziyle yüksek lisansını tamamladı. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre metin yazarlığı yaptı. Yunus Emre Enstitüsü’nde çalıştı. Gazi Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema anabilim dalında doktora yapıyor. Şu anda Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. 2009’dan bu yana çeşitli gazete, kitap eki ve dergilerde Muhammet Safa ve M. Safa Karataş isimleriyle şiir ve yazıları yayımlanmakta. 2014 yılında Orada isimli şiir kitabı yayımlandı. 2013-2018 yılları arasında Berat Karataş’la birlikte dört kısa film yaptı.
Hasan Hüseyin Çağıran Kimdir:
27 Aralık 1992’de, İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde aldı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde “The Relationship between Being, Truth and Art in the Thought of Heidegger” başlıklı teziyle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe Bölümü’nde doktora eğitimine devam ediyor. İlk kitabı Kanımız Yerde Kaldı 2018’de, Ölüm Alışkanlığı ise 2022’de yayımlandı. HAZIRKITA’nın yayın yönetmeni.