Bir Mustafa Şahin yazısı.*


Biz iyiyiz onlar kötü ne iyi. Zamanın ruhunun iki bin on yedi Türkiye’sinde kurdurduğu cümle budur. Bu cümle muhtevasıyla birlikte toplumun önemli bir kesiminin temel gıdası oldu. Çatışmasız ve gerilimsiz yürüyemeyen ve sadece karşıtlık üzerinden işleyen demokratik düzen de galiba besliyor bu ‘biz iyiyiz onlar kötü ne iyi’ anlayışını.

Okulumuz, idaremiz, dairemiz, üniversitemiz, medyamız, mahkememiz, karakolumuz, hasılı hayatın her alanı bu cümle etrafında dönüyor. Kötülüğü telinde, tasvirde, teşhirde sınır tanımıyoruz ama kötülüğü engellemede, tecritte başarısızız. Sürekli birbirimize ‘konum atıyoruz’  ve konduğumuz her yerde onlar kötü biz iyiyiz. Nitekim, felek de rüzgâr da uzun zamandır bizden yana.

Kötüler nasıl düşünür? Kötüler, kurbanlarının hak ettiklerini düşünürler mesela. Ya iyiler. Ne yazık ki, iyiler de kötülerin kötülüğü hak ettiklerini düşünüyor. İyiler yerli, yurtsever, ulusal sıfatlarını hak ederken buna karşın diğerleri savaş kaçkını, hain, itlaf edilmesi gereken aşağılık varlıklardır çoğu zaman. İyiyi kötüden tefrik etmek ve kötünün cezasını vermek ise dünyanın en çetrefil ve zor işidir. Böyle bir belaya, musibete, felakete maruz kaldığımızdan beri dünya kadar yeni tartışma konumuz oldu. Büyük yanlışlar, felaketler, facialar karşısında kimse olmamış gibi davranamaz ama burada daha ziyade dikkat çekmek istediğim husus gündelik hayatı tehdit eden küçük kötülüklerdir.

Devletler bir şekilde maruz kaldıkları büyük küçük kötülüklerle baş ederler ama kötülük üreten kötülüğün gündelik hayata musallat olması çok endişe vericidir. Bir savunma mekanizması belki ya da bir üç maymun oyunu ama çoğunluk durumu onlar kötü diye izah ediyor ve bununla yetiniyor. Başkalarını kötü kendini iyi hissettiren bu yeni anlayış hem sorularımızı cevaplıyor hem de hayatı kolaylaştırıyor. Onlar kötü siz iyi olunca en çetin sorunlar için cevaba bile ihtiyaç kalmıyor ve kötülük karşısında siz kendinizi tezkiye ediyor, temize çekebiliyorsunuz. Hem bu anlayışı benimsemekle eski kamburlarınızdan, dertten, melalden de kurtuluyorsunuz. Bir fikir beyan etmeniz bir teklif getirmeniz gerekmiyor.

Başkalarının hudutsuz kötülüklerini resmedin ve duvarınıza asın. Göreceksiniz, bütün hezeyanlarınız dinecek. Değil mi ki, onlar çok kötü. Onlar öyle fena ki, yanlarında sen zemzemle yıkanmışsın. Onlar, bin dereden su getirsen arınamazlar ama korkarım iyilerin durumu da iyi değil. Bak, kötülüğe verilen kurbanlar seni kesmiyor. Sözün perdesi ise yırtıldı. Yarın musalla taşında bile şahit bulmakta zorlanacak insanlar.

Toplumun kahir ekseri ötekinin fenalığından, kötülüğünden kendine iyilik devşiriyor. Bu gidişle hangi iyilik tohumu bahçemizde yeşerir. Daha çok kötülük üzerinden yürüyor bütün sözler. Mübarek vakitlerdeki dost ve yaran sohbetleri bile gönlün dilinden uzaklaşıyor. Yanındaki farkında değil zannıyla herkes telefonuna şöyle bir bakıyor ve kötü bir haberle meclise kaldığı yerden iştirak ediyor. Söz, yine aynı mecrada ilerliyor. İnsanlar neredeyse birbirinin üzerine tövbe kapılarını kapatacak. Söze gelince, tüyler ürperten çarpıcı, şaşırtıcı, kan dondurucu örneklerden başka bir yere akmıyor söz. Bu kadar kötülük bu bedende nasıl toplanmış ve bu ur burada böyle nasıl büyümüş.

Durum hazin. Çözülme ve çürüme hızına hız katıyoruz. Akıntının kıyısında değil tam içindeyiz. Kötülüğe karşı bariyerlerimizin hemen hepsi dayanıksız çıktı. Kapılmış gidiyoruz akıntıya. Düşüncenin yükünden, insana davetten, çağrıdan, topluma tekliften vazgeçince realite belirliyor kalp ritmimizi. İş bu noktada medyalara iş düşüyor.  İnsanı ve toplumu çer-çöple beraber sürüklemek için medyalar mühim. Haberler uzun zamandır o yüzden kötülüğün ağında.  Gevşemeden çürümeye karşı durmak kavi bir ruh gerektiriyor. Ruhlar ve akıllar başka bir mecrada akıyorsa yapacak, yapılacak bir şey kalmamıştır. Hazin olan, sözün de ‘Onlar kötü’ demeyi yeterli görerek akıntı yönünde akıp gitmesi.

Ne münasebet, onlar kötü biz iyiyiz.  Kötülüğün anlamına kafa yoran edebiyatçılar, ilahiyatçılar, düşünürler bu duruma ne diyorlar. Buraya nasıl geldik. Bu nasıl bir kafa ve kalp konforu? Gayrı safi milli hasılamız artınca mı, kişi başı gelirimiz yükselince mi böyle olduk. Başkalarının kötü oluşları üzerinden kendini ifade etmek nasıl bir fikri tutum olabilir. Bu, ne bir nefsi müdafaa ne bir varoluş biçimi. 

Soru çok ama buradaki soru şu: Başkasının kötülüğü bizi nasıl iyi kılar? Onlar kötü demek nasıl olurda bizim hanemize iyilik olarak kaydedilir? Devam edelim, başkası, başkaları kötü diye biz vicdanımızı nasıl hamağa bırakırız. Yekdiğerinin trajedisine bigâne kalan hangi davanın adamı olabilir ya da davası ne olabilir? Onlar kötüyse, sebebi sen ve senin gibiler olmasın? Hem, sen iyiysen onlar niye kötü?..

İnsan ruhunun mecrasından nasıl çıktığını, nefretin, şiddetin, sadizmin, narsizmin, kıyımların köklerini araştıranlar kötülüğün misilleme ile durdurulamayacağını, kötülüğün kötülük ürettiğini özellikle kaydediyorlar ki, onlar bir şey demese de aklı başında olan herkes bunu akleder zaten. Büyük yaralar misillemeyle, derin yaralar intikamla kapanmazlar. Dolayısıyla onların kötülüğü bizim iyiliğimizin güvencesi olamaz. Amellerimiz, eylemlerimiz önemli. Encamımız önemli. 

Kötülük üzerinden gidilmez, yürünmez. Sadece kötülüğü konuşulduğu bir yoldaşlıktan hiçbir hayır hasıl olmaz. Değil bizim, kimsenin misyonu bu olamaz.  Kötülükle mücadelenin yolu önce iyiliğin alanını genişletmek sonra kötülüğün alanını daraltmaktır. ‘Onlar kötü biz iyiyiz rehavetine kendini salmaktan daha kötüsü yoktur. Kötülük, sureti haktan görünen maskelerle kendini korumaya aldıkça onun tam karşısında olsa dahi insanın ruhu ona doğru çözülüyor. Çözülmemek, fıtrata uygun kalmak için onun çekim alanının dışına çıkmalıdır.

Kötülük; dinin, sanatın, edebiyatın temel konularından biri olduğu gibi suç ve ceza da insanlığın kadim iki meselesidir. Bütün hukukçular gece gündüz bu yaradan ekmek yer. Bütün edebiyatçılar bu yarayı kanatır. Dostoyevski, cinayet işlettiği kötücül kahramanı üzerinden insan ruhunu ters yüz etti. Bahsi diğer ama o teşhir ve teşrih dahi, insana bir iyilik olmadı, hatta büyük kötülük oldu. Çünkü Dostoyevski insan ruhunun derisini yüzdü ve kurdun kuşun önüne bıraktı.  Biliyorum, vazife önemli, büyük romancı, işini iyi yaptı diye insan ruhunu ne de güzel yüzdü diyenler çoğunluktadır, ama yapacak bir şey yok, öyle oldu. 

Kötülük bahsi Antik Yunan’dan beri felsefenin üzerinde durduğu zor bir meseleymiş. Müslüman düşünürler de kötülüğü, fenalığı, imtihanı, belayı, şerri, hayrı, iradeyi çok konuşmuş, yazmış, tartışmışlar. İbn-i Sina ‘Kötülüğün ontolojik olarak bir tür yoksunluk olduğu’nu söylemiş ama galiba kötülük bahsine izah getirmekte hemen herkes çok zorlanmış. İslam Şeriatına tabi İslam tasavvufunun çözümü ise insanı kalbiyle inşa etmek ve düğümü içeride kalpte çözmektir. Biz çözememişiz, o başka.

Kötülük sadece psikolojik ve ferdi bir mesele değil. Her şey insanın içinde başlıyor ama bir de toplumsal boyutu var. Hatta küresel boyutu. Haçlılardan İspanya iç Savaşına, Hitlerden Pol Pot’aHiroşima’dan Ruanda’ya, Srebrenitza’dan Şam’a bütün kıyımların Batının kanlı eliyle işlendiğini cümle âlem biliyor, ama durduğumuz yerde ne garip bir paradoksumuz var ki;  demokrasi, eşitlik, özgürlük, kardeşlik teranelerinin de halen en iyi müşterisi biziz. Güç ve zor oyunu bozuyor. Gerçeği bile bile, kötülüğü bize musallat edenlerle kol kola olursak kötülüğü yeneceğimizi, kötüleri dize getireceğimizi düşünüyoruz. Oysa şerlerin defini hayırların fethi getirecek. Kötülük karşısında doğru durmak yeter.

15 Temmuz darbe gecesi Google’a Türkiye’de en çok Tank nasıl durdurulur’ sorusu sorulmuş. Demek ki, meselemizin çözümü bilim sanayi ve teknolojide değil. Tankları durdurmak esas işimiz. ‘Tanklar sustu ve fakat…’ İnsanın ayıp yanlarını gösteren teknolojiyle, insanlı insansız kava kara deniz araçlarıyla, istihbari bilgiyle, medyalar üzerinden kestirme yollar arayacağımıza sezgiyle, kalbin sesiyle daha güçlü bir nefsi müdafaa yapar ve insanı, ülkemizi, izzetimizi savunuruz. Kime karşı, kötülüğün anavatanı Batı yakasına, zulme, şiddete ve kötülüğe karşı…

Şerlerin defini hayırların fethi getirecek. Kötülük karşısında doğru durmak yeter.

Bir de şu engel var. Bir yüksek gerilim endüstrisi var ve bu alanda da kayıt dışı bir büyük ekonomik döngü var. Bu çark için sistematik olarak fay hatları kırılıyor. Pandoranın kutusunun açılması gibi, beddua seansıyla başlayan kara büyü gibi. Dilimize Seyyiat Çiçekleri, Sonra Elem Çiçekleri en son olarak da Kötülük Çiçekleri olarak tercüme edilen şiirin meşhur mısraında olduğu gibi: ‘Kaynaşan bir milyon bağırsak kurdu misali…’

Bizi esas bekleyen musibet ve imtihanımızın en çok zorlaştığı yer kötülüğün sıradanlaşması ve nefretin sahaya inmesidir. Profesyonel aktörlerin ‘ama onlar kötü’ diye gece gündüz propagandası ne iyiliği çoğaltıyor ne kötülüğü azalıyor. Çok gürültü var ama gürültüyle olacak şey değil. Bu süreçte birbirinin sözünü keserek temaşa çıkaranlar insanı daha çok şaşırtmak için haya perdesini daha çok kaldırarak birbirinden daha fena, daha açık saçık misallerle hakikate değil, kendi üzerlerine dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Gürültü ve şamata çıkararak fikir kavgası gibi temaşa üretenler Ramazan davulcusu kadar bile bir değer üretmiyorlar. Onlar daha çok bir sesin, bir rengin belki bir makamın duyulmasına sadece mani oluyorlar. Belki de buna vazifeliler. Aklıselimin işlemez olduğu olağandışı dönemlerin en bariz özelliği, seslerin, renklerin susması, detay ve nüansların seçilemez olmasıdır.

Kötülük sürekli gözlerimize sokulursa, teşhir şimdi olduğu gibi kesintisiz devam ederse gözlerimiz kör olur. Toplumun hissiyatını korumak icap eder. Bunun için herkes insana daha çok eğilmelidir. İnsanız, doyunca insandan, insanın öyküsünden uzaklaşıyoruz. Sosyalleştikçe öyküden, detaydan, nüanstan kopuyoruz. Kazandıkça kaybediyoruz. İnsan, insan eti yememelidir. İnsan kalmak için, insan eti yememelidir. İnsan insan eti yerse, yiyecek olursa kanını da döker hafazanallah. Bu kadar teşhir, kötülüğe bu kadar propaganda imkânı verilmesi iyiliğe, güzelliğe, hayra, merhamete, sevgiye, şefkate, adalete, insana oturacak yer bırakmaz.

Kötülüğün bir adı da şerdir. Şerrin karşıtı ise hayrFitne, musibet, bela ve şer karşısında sadece iyiliği, hayrı, hikmeti, güzel ve salih ameli, güzel sözü, irfanı, hikmeti, erdemi, fazileti öne çıkararak mücadele edilebilir. ‘Kötülük yapanlar Allahtan kaçamayacaklar’ ama iyiler de kötülüğe çok uzak bir noktada değiller. Sadece kötüyü kınamak kulluk vazifesini yani işini yapmış olmak anlamına gelmez. Fizikî ve ahlaki kötülüklerin en kötüsü, kötü olanın kötülüğünden kendi hissesine kibir ve gurur payı çıkarmak olabilir. Bunu yaparsa insan kazandığı yerde bütün varını yoğunu yele vermiş olur.

Kötülerin değil iyilerin yanında olmak lazım. Ama iyilerin yanında yöresinde olmak bilabedel insanı iyi yapmaya yetmez. ‘Onlar kötü’ demekle yetinen kaçak ve konformist tavır insanî bir tavır değil. Bu kolaycı, beleşçi yol düşünce hayatımızı kurutuyor. Bu vasatta iki cümle ile kanaat önderi olunuyor. Bu bir felaket işte… Bu ülkenin on binlerce evladını çöp konteynırına dolduran kara büyücünün yaptığı, ona özenenlerin yaptığı da budur. Bizim sadece fikir konuşan bir iklime ihtiyacımız var. Böyle olmaz. Sütre gerisinde durarak toplumsal ahlak kurallarına da hukuka da tabi olmayan insanları ifsat ettiği bir iklimde hayat olmaz. Bu sanal faciaya, fitneye tez elden bir çare bulunmazsa cevher ile posa büsbütün birbirine karışır.

Dedikoduya, iftiraya, bühtana, gıybete, yalana, vakaya, teşhire, olmuşa, olmamışa kulak kabartmamız isteniyor. Hatta, sadece bunlara kulak kabartmamız isteniyor. İdarenin, devletin, toplumun yalnız bu yörüngeye oturması isteniyor. Milyonlarca iyilik haberi var ama hepsi saklanıyor bizden. Güzellikler perdelenmek, iyilikler insandan ve toplumdan kaçırılıyor. Kötü haberlerle insan ve toplum meçhul bir yere çekilmek, sürüklenmek isteniyor. Birlikte saf tutanların birbirinin etini yemesi, hafazanallah birbirinin kanını dökmesi isteniyor. Bu hal doğru değil, bu durum sürdürülebilir değil.

Herkes herkese kan dondurucu kötü haberler naklediyor. Kötü haberler iyiliği yaymıyor, kötülüğü yayıyor ve insanın bağışıklık sistemini bozuyor. O hale geldik ki, artık kötü hiçbir haber karşısında insanın kanı donmuyor. İnsanın manevi mimarisini yıkan felaket tellallarına tanınan bu krediye bir son verilmesi lazım. Umudu azaltan, sevinci küçülten, birlik ruhunu zehirleyen ve kamuya karşı alenen suç işleyen bu propaganda cihazlarının acilen tedavülden men edilmesi lâzım. ‘Onlar kötü’ diye diye bir girdaba sürüklenmemiz ve bunu demekle yetinerek körleşmemiz isteniyor. Böyle olmaz. Emniyet ve güven içinde geleceğe buradan yürüyemeyiz.

Biz Müslümanız. Allaha inanırız. Biz kuluz. Kusurluyuz. Allah’ın halifesi olduğumuza inanırız. Bir imtihana tabiyiz. Birbirimizle de imtihana tabiyiz. Diz çökersek, kendimizi dize getirirsek dünyanın en kudretli ordularını, şeytanlık üreten ajanlarını dize getirir, en büyük fitne ateşlerini söndürürüz. Bizim kulağımız tecessüse kapalı olmalıdır. Kötü haberciler, kötülük yayan muhbirler bizi fesada uğratabileceklerini düşünemez olmalıdır. Biz, bize gelen haberlerin kimden geldiğine bakarız. Artık kulak kabartmayalım bu kötücül haberlere. Bu gelinen yerden dönelim. Pandoranın kutusundan bizim ruhumuza şifa olacak bir şey yok.  Bu kutuda dünyamıza, ahiretimize iyi gelecek hiçbir şey yok. Açtırmayalım kutuyu söyletmeyelim kötüyü. Safları sık tutalım ve uygunsuz bozguncular, bu terbiyeyi almayanlar aramıza giremesin, kenarda kalsın. Yeter ki, buradan acilen çıkalım ve telefonumuzda aramadığımız insanlara ve komşularımıza ve sokaktaki herkese Allah’ın selamını verelim. Kalbi kırık olanları bağrımıza basalım. Bu dünya bizim değil. Çıkalım, halıları, kilimleri, ruhumuzu havalandıralım.

Onlar kötü biz iyiyiz olmaz. İyiliğin asabiyesi, kibri olmaz. Allah var, olmaz. Oruç ayındayız, olmaz. Mübarek vakitlerdeyiz. Haremi Şerifteyiz, olmaz. Mevlidi Şerifin Elveda bahrindeyiz. Namaz vakindeyiz. Yönümüz kıble, kıblemiz Kâbe. Sahurdayız, seherdeyiz. Bin aydan hayırlı Kadir gecesindeyiz. Kötülüğe karşı bin aydan hayırlı gecedeyiz. Gidenlere selamdayız, duadayız. Kabristandayız. Şehitlikteyiz. Ramazan bayramındayız. İslam Şeriatına tabiyiz. Şeriat haddir, hakkaniyettir, hukuktur, adalettir. Haddi aşmayalım. İslami düşünceye, İslami hayata nefret aşısı yapanlarla yolumuz zaten ayrıdır. Onlara benzemeyelim. Birbirimize tövbe kapılarını kapatmak haddimize değildir. Öyle konuşmayalım, yazmayalım. Başkasının kötülüğü kalbimizin terazisi olmasın. Başkasının kötülüğü başkasının kötülüğüdür. Onlar kötü ve biz bunu tespit ettik diye iyi olamayız.

Sokak ağzıyla da teyid edecek olursak, kötülüğe doyduk, teşhire doyduk, enformasyona, dezenformasyona doyduk. Kötülüğün ruhlarımızı istila etmesine fırsat vermeyelim. İyi ve güzel olana çağırmaktan, davetten, kötüden, fenadan, çirkinden men etmekten vaz geçmeyelim. Haberler bizi, özgürlük bizi, başarı bizi, kazanç bizi, kazanmak bizi, devlet bizi, toplum bizi, tuz bizi, ekmek bizi, nimet bizi kör etmesin.

Bila bedel iyi olmak diye bir şey yok. Kötülüğü tespit etmek bir şey değil. Çer çöple akıntıya gitmeyeceksek biraz açılalım. Gerçeği görebilmek için bir iki geri adım atalım. Görebilmek mesafe gerektiriyor. Biz açılalım ve bu çarkıfelek burada dönsün dursun.

* Mustafa Şahin’in bu yazısı, Akif Emre’nin yayın yönetmenliğindeki Haberiyat’ta 18 Haziran 2017’de yayımlanmıştır.

Yazar Hakkında

HAZIRKITA, bir odağa yaslanmaksızın ve verili politik-poetik angajmanlara dâhil olmaksızın konuşabilme ihtiyacına binaen 2017’de yayın hayatına başladı. Türk ve dünya edebiyatının seçkin ve özgün örneklerine yer verme, nitelikli kültür-sanat yayıncılığı yapma ve bağımsız bir tartışma platformu oluşturma ilkesiyle yayın hayatını sürdürüyor.

Yorum yaz