Takdim
Yunus Emre’nin kâmil bir basitlikle ifade ettiği gibi “İlim, ilmi bilmektir.” Bu, esas olarak tek bir kavramın [ilim] farklı çekimleriyle kurulmuş bir cümledir. Buradaki ilk ilim ifadesi, bir Varlık Kümesinin bütün elemanları hakkında hesabı verilebilir ve kontrolü mümkün bir fikre sahip olmaktır. İkinci ilim ifadesi ise, bu Varlık Kümesine ait olgu ve olayları, kavram ve terimleri bir yöntem içerisinde istidlâlî bir prosedüre tâbi tutarak incelemektir. Bu ikinci ilim ifadesinde, tek bir yöntem yoktur; yöntemler vardır ve her bir yöntem, bugünkü akademik jargonla söylenecek olursa, disipline karşılık gelir. Arapça sözcük ve ıstılah çalışmalarında vurgulanan bir şeydir: İlim kelimesinin çoğulu yoktur. Aynı şey İngilizcedeki knowledge için de vurgulanır. Ulum [İlimler] esasında ilmin disiplinleri, ilmin dalları anlamına gelir. Alıntıladığımız sözdeki üçüncü ilim [bilmek: taallüm: ilm etmek] kavramı ise birinci ve ikinci ilim kavramları arasındaki bir faaliyete tekabül eder; insanın bir yöntem aracılığıyla ve bu yöntem çerçevesinde bir şeyi bilme faaliyetidir, taallüm etmesidir. Başka bir ifadeyle, bir şeyi bilmek demek o şeyi bir dizi sorgulama, çalışma metodu veya nokta-i nazar bütünlüğü içerisinde irdelemek demektir.
Kanaatimce, Türkiye’deki pedagojik uğraşların genel sıkıntısı talebelerine bir şeyi bilmenin yolunu/yollarını öğretmek yerine onlara evvelden bilinmiş şeyleri aktarmasıdır. Eğitim pratikleri taallümî değil tedrisî bir karaktere sahiptir: Bilgi vermekten çok ders verilir. Öğrencilerine düşünmeyi değil de düşünce tarihini anlatmak; yöntemleri [usul] değil de bir yöntem mucibince elde edilmiş sonuçları belletmek; tabir-i caizse balık tutmayı öğretmeye değil de sınırlı miktarda tadımlık balık yedirmeye yönelmiş bir eğitim-öğretim formasyonu var Türkiye’nin. Türkiye’deki eğitim pratikleri sadra şifa olacak yolu [yöntem/metot ve yöntembilim/metodoloji] değil de insan zihnini hantallaştıran yolu [yöntemin sonucunda elde edilmiş bilgiyi] insanlara ezberletmektedir.
Bir şeyi bilmek ne demektir? Bir meseleyi kendi bütünlüğü içersinde aklın süzgeçlerinden geçirmek nasıl mümkündür? Bir şeyi bilinebilir kılmanın yolu ve yordamı nedir? Disiplinler arası farklılıklar hangi tür bilgi üretme prosedürlerine sahiptir? Bu gibi sorulara cevap verebilmek için her şeyden önce tarih boyunca var olagelmiş bilme biçimlerini, düşüncelerin yöntemsel serüvenlerini etüt etmek lazım.
Hangi konu çalışılırsa çalışılsın, ki bu konu günlük siyasal bir mesele de olabilir, ekonomik bir problem de; dinî bir icazet meselesi de olabilir, toplumsal bir kriz de; her şeyden önce o meseleyi ele alacak bir yönteme ve o meselenin çözümüne yarayacak bir kavramsal şemaya ihtiyaç vardır. Aksi durumda, Kutbuddin Şirâzî’nin dediği gibi bilginin olmadığı yerde sadece gürültü olur. Türkiye’de çokça örneğini gördüğümüz gibi, bir sorunu çözmek için yapılan toplantılar gürültülü ve patırtılı bir ortama dönüşüp yeni sorunlara davetiye çıkarır. Çünkü tartışılan olgu ve olayların hangi varlık şemasına ait olduğu bilinmez; ahval böyle olunca soyut bir pratik olan çözüm bulma arayışı somut bir pratik olan kavgaya yahut laf dalaşına döner.
Herhangi bir istatistikî veriye sahip değilim ancak bireysel gözlemlerime dayanarak şunu ileri sürebilirim: Türkiye’nin kültür sathında baş gösteren tartışmalarda en çok tüketilen terimler “modern düşünce” ve “klasik düşünce” çiftidir. Sahi, bu terimler poüler kültürün üzerlerine boca ettikleri yargılardan kurtarıldıklarında elde nasıl bir şey kalır? Başka bir ifadeyle, bir düşüncenin klasik yahut modern veyahut başka bir sıfat alması felsefe nokta-i nazarından bakıldığında neye tekabül eder?
Bu kısa çalışmada dövülecek kum torbasına çevrilen bu iki terimin tanımlarını ve aralarındaki aslî farklıları maddeler ve maddelerin kısa açıklamaları halinde yazacağım.
Klasik ve Modern Düşünme Biçimleri
“Klasik” düşünce ne demektir? Bu, zamansal bir tâbir midir? Zamansal olarak eskiden beri varolana “kadim” demekteyiz, klasik değil. Bir alandaki aslî metinlere mi klasik diyoruz? Hayır. Böylesi bir aslî niteliği ifade etmek için başvurduğumuz terim “kurucu metinler” kavramıdır. Klasik, “kadimlik” ve “kuruculuk” vasıflarından öte bir anlama sahiptir: Hâlihazırda devam etmeyen bir düşünceye; akıl yürütürken ayak basmadığımız düşünsel topografyaya klasik denir. İçinde düşünüp taşınmadığımız bir dünya-görüşüne denk düşen; başka bir deyişle, câri durumda devam eden bir felsefî paradigmaya denk düşmediği için bir düşünme biçimine klasik sıfatı yakıştırılır. Eğer bir düşünceyi doğru ve kendi bütünlüğü içersinde anlamak için aksiyomatik bazı usul ve kıstaslara ihtiyaç hissediyorsak, bu artık o düşünce sisteminin içersinde yaşamadığımız anlamına geliyor. O düşünce sistemi içerisinde yaşasaydık, zaten doğal olarak o düşüncenin temel felsefî, kelâmî, bilimsel, siyasî-hukukî ve etik/ahlâkî kabullerini, yönelimlerini ve aksiyomlarını edinirdik.
Klasik düşünce, felsefî anlamda objektif/nesnel/aynî bir paradigmadır. Klasik felsefenin bu objektif niteliği [bilginin hem sûrî hem maddî veçhesinin dış âlem karşılamak zorundadır]esasında Sofistik meydan okumaya [dış âlemde sabit bir şey yoktur; elimizde sadece duyular ve dış âlem varsa, bilgiye ulaşmak mümkün değildir] verilen bir cevaptır. Burada temel önerme şudur: Bilgi/malumat bilinene/maluma tâbidir. İşte bu kabul ve önerme klasik düşüncenin üzerine inşa edildiği felsefî zemindir.Bu yüzden klasik düşünce varlıkbilimdir. Klasik felsefe varlığa dairdir. Varlık felsefesi yapılan bir şeydir; yani varlığın belli bir hakikati vardır ve onun insan tarafından bilinmesi gerekir. Çünkü bu paradigmada aslolan malum’dur; ve bu malum dış âlemdir; yani ontolojidir. İşte klasik felsefe budur. Bu zeminin kahramanı Aristoteles’tir.
Pekâlâ, hâlihazırda devam eden düşünce hangisidir? El cevap: Modern düşünce.
Modern felsefe Cogito veya Özne merkezlidir. Cogito veya özne ise felsefe yapan bir şeydir. Bu yüzden Cogito neye yönelirse onun felsefesini yapar. Bu da var olanlar sayısınca farklı felsefeler demektir. Bütün bu farklılık içerisindeki birlik ve bütünlüğü Cogito veya Modern Özne sağlar. Ezcümle, varlık felsefesi yapılan bir şeyken, Cogito ise felsefe yapan bir şeydir. Bu, “klasik felsefe” ile “modern felsefe” arasındaki en temel farklardan, ayrımlardan birisidir.
Klasik paradigmada sadece Suje ve Dış âlem var. Ve bu Suje pasif; yani bilgiye kendinden hiçbir şey katmıyor. Biliyor sadece, nasıl biliyor peki? İşte onu açıklamak için teşbihler yapıyorlar: Ayna modeli ile açıklamaya çalışıyorlar: Dışarıda zâtlar var, mahiyetler var, onları yansıtıyor. Tek yaptığı şey onları yansıtmak.
Felsefe, varolmada tamamen insandan bağımsız olan şeyleri bilme etkinliğinden Suje’nin aktlerinin meşruluk sınırlarının ne olduğu tartışmasına dönüştü. Ontolojik özneden Epistemolojik özneye geçilmiş oldu. İkincisine Cogito diyoruz. Birincisi bilgi karşısında pasif olan öznedir, bilginin formel şartlarını karşılamayan pasif-öznedir. Modern özne ontik değil epistemolojiktir derken öznenin varolmadığını söylemioruz: ontik özne yani bilginin formel şartlarını sağlayamayan özne iken epistemolojik özne ise bilginin formel şartlarını karşılıyor.
Bugünkü felsefî zeminin kahramanı Descartes’tır.
Bugün bilginin surî ve maddî şartlarını sağlayan araç matematiktir. Geçmişte matematik sağlamıyordu; fizik [phusis, doğa] ve metafizik/ilk felsefe sağlıyordu. Bugün niye matematik bu şartları sağlıyorun cevabı Descartes’ın koyduğu felsefî postulatlarda olduğu için modern felsefenin mebde noktasında Descartes’ın ismi var.
Çünkü Descartes büyük bir değişim gerçekleştiren temel bir operasyonda bulundu: Bilginin hem sûrî/formel hem de maddî şartlarını illa da dış âlemin karşılaması gerektiğine dair aklî bir zorunluluk yoktur.
Dış âlemin verici zemin olarak ele alınması klasik filozofların bir iddiasıdır, klasik düşünürlerin bir kabulüdür ama bu iddia aklen zorunlu değildir.
Cogito ergo sum cümlesinin paradigmatik anlamı şudur: Bilginin sûrî/formel şartlarını Cogito karşılar. Dolayısıyla burada artık bilgi maluma tâbi olmuyor; malum bilgiye tâbi oluyor. Modern düşünce bir epistemolojidir derken esasen kastedilen şey bu tâbiyettir. Klasik felsefe [ontoloji]ile taban taban zıt olan bir felsefî zemindir bu yeni felsefe.
Bilinen şey ile bilen şey, sırasıyla, Suje ile Obje arasında bir boşluk vardır. Bu boşluk nasıl katedilecek ve mutabakat nasıl sağlanacak? Modern felsefede Obje, yani bilginin konusu olan şey, artık dış âlemde değil; dış âlemden gelen malzeme ile Suje’e bulunan formel şartların birlikte oluşturduğu bir şeydir. Mutabakat Suje’de bulunan formel şartlarla sağlanıyor; dış âlemle değil. Formel şartlar: Tümelliği, zorunluluğu, ebedîliği ve mutabakatı sağlayan şeylerdir. Descartes’da bu şeyler tabiî/fıtrî idelerdir.
Modern felsefede farklı ekollerin çıkması Suje’nin mezkûr katkısına ilişkin bir tartışma sonrasında vuku bulmuştur. Suje’nin katkısının niteliğine ve derecesine göre farklı düşünce ekolleri ortaya çıkar. Ancak hepsi de modern paradigmanın aksiyomatik ilkeler zemini üstünde hareket ederler.
Cogito bilgiye ne katıyor? Bazıları der ki aklî sûretlerle bilgiyi elde ediyor. Bunlar Descartes, Spinoza, Leibniz ve en önemlisi Kant’tır. Bu isimler der ki, Suje’nin aklî bir mahiyeti var [aklî sûretler, burada herkeste aynı oranda var demek; bütün insanlarda ortak demek ve buradaki Suje mutlak bir suje değil, tikel bir suje. Ezcümle, varlığı ispata muhtaç olan bir Suje]. İşte bunlar Rasyonalistlerdir. Rasyonalizme göre, zihnimizin içinde kategoriler var, bu kategoriler boş kalıplardır; dışarıdan malzeme geliyor ve akıl bilgiyi üretiyor. Suje’nin yaptığı iş gelen o malzemeyi uygun kalıplar içersine sokup bize bilgi olarak sunmaktır.
Kimisi der ki Suje’nin bilgiye tecrübî bir katkısı var. Bunlar, Empiristler: başlıca isimleri John Locke ve David Hume’dur.
Başka bir ekol de der ki, Suje’nin katkısı kültürel öğelerdir. Bunlar Postmodernistlerdir. Kültürler farklı ve dolayısıyla doğrular da farklıdır ve evrensel doğrulara ulaşma imkânı yoktur.
Bu farklılıklar modern düşüncede neden birbirinden farklı ekollerin/akımların ortaya çıktığını ispatlıyor. Ancak tüm bu farklılıklar aynı zeminin farklı noktalarını işgal ederler; tüm ekoller modern düşüncenin aksiyomatik ilkeleriyle uyum içindedirler.
Modern Aklın Aksiyomatik Çerçevesi: 10 İlke
Modern aklın bilgi üretirken kullandığı aksiyomatik çerçeve nedir?
1. Modern akıl kendi dışında hiçbir otoriteyi felsefî olarak kabul etmez çünkü
Descartes’ın şüphe testinden Akıl dışında hiçbir şey sınıfı geçememiştir.
Başka bir ifadeyle, hem ontolojinin hem de epistemolojinin merkezinde kendisi bulunur. Hem var olmanın şartlarını kendisi belirler hem de bilginin imkânını mümkün hale getirir.
2. Modern akıl felsefî anlamında subjektiftir.
Başka bir ifadeyle, bu akıl mutlak veya kozmik bir akıl değil zaman ve mekan içerisinde somut bir varlığı ve yaşamı olan bir öznenin aklıdır. Öznellik dünyanın her tarafını sarmış bir durumdadır.
3. Modern akıl aşkın olanı kategorik olarak reddeder.
Başka bir ifadeyle, modern akıl klasik anlamıyla metafiziği mümkün görmez. Modern akıl açısından aslolan tecrübî-olanı veya tecrübeye geleni açıklayabilmektir. Bunun için gerektiği kadar metafiziğe başvurur. Ama bu metafizik artık fizikî-olanı aşan bir şey değil aksine Suje tarafından yerine getirilen ontolojik ve epistemolojik şartlardır. Kant’ın apriori sentetik yargılarla imkânını gösterdiği şeyin klasik metafizikle hiçbir ilgisi yoktur. Kant’ın metafizik dediği şey tecrübî-olanın tecrübî-olmayan şartlarını ortaya koymaktan ibarettir ki bu da zihinde bulunabilecek bir şeydir. Bu yüzden Kant, “varlık hakiki bir önerme değildir” der ve ondan sonar gelen Hegel “varlık tek başına ele alınırsa içi boş olan bir kavramdan ibarettir” diyebilmiştir. Dahası, “Geist kemiktir” diyor Hegel. Kısaca, modern filozofların metafizik dediği şeyin klasik anlamda aşkın olan varlık anlayışıyla uzaktan yakından bir alakası yoktur.
4. Modern akıl kelimenin gerçek ve felsefî anlamında indirgemecidir.
Başka bir ifadeyle, pek çok olgunun nihayetinde tek ve somut olan bir olguyla açıklanması gerektiğini kabul eder.
5. Modern akıl felsefî anlamda sekülerdir.
Başka bir ifadeyle, Tanrı’nın ve Din’in felsefî değeri olduğunu kategorik olarak reddeder. Dolayısıyla, dini kişisel bir olguya indirger. Kant’ın rasyonel teolojinin imkânsız olduğunu göstermesinin temel sebebi budur.
6. Modern akıl göreli ve subjektif bilgi üretir.
Başka bir ifadeyle, Descartes’ten bu yana modern aklın elindeki tek kesinlik kendisine dair olan kesinliktir ve Suje merkezli bir bilgi anlayışı hâkimdir. Kendisi dışındaki bütün bilgileri olasıdır. Yani Suje’nin epistemolojik garantörlüğüne muhtaçtırlar.
7. Modern akıl özlerden ziyade ilişkilerle ilgilenir.
Başka bir ifadeyle, modern akıl ancak niceliksel olanın bilgisine ulaşabilir. Buna göre evrende var olan her şey ya nicelikseldir ya da niceliksel olana indirgenerek açıklanmaya çalışılır. Bu da, mekanik evren tasavvurunu doğurmuştur. Descartes’te dış âlem maddesel uzamdan ibarettir. Uzam nicelikseldir ve niceliksel olan da ölçülebilir olandır. Kant, mümkün tecrübenin şartı olarak zamansallık ve mekânsallığı şart koşar.
8. Modern akıl epistemolojik bir öznedir, ontolojik değil.
Başka bir ifadeyle, özne varlık karşısında pasif değil aktiftir. Kendi imkânlarıyla oluşturduğu tasavvurlar doğrultusunda varlığa şekil ve biçim verir. Bu tasavvurlar Descartes’da fıtrî ideler Kant’ta ise kategoriler oalrak tariff edilip açıklanır.
9. Modern akıl klasik dönemde Tanrının gördüğü ontolojik ve epistemolojik fonksiyonu aynıyla yerine getirir.
Başka bir ifadeyle, modern akıl hem var olmanın şartlarını belirler hem de bilgiyi mümkün kılan şartları kendisi karşılar. Descartes’in şüphe testinden tek sağlam çıkan şey Cogito’dur. Cogito kendi bilgisinin kesinliğine ulaştığında içinde Tanrı İdesini bulmuştur. Tanrı, dış âlemin varlığının garantorüdür. Hatta matematik gibi evrensel hakikatlerin de yaratıcısıdır. Ama bu kadar güçlü olan Tanrı ancak Cogito tarafından ispat edilirse kendi işlevini yerine getirebilir. Esasen Tanrının dış âlem açısından gördüğü ontolojik garantorlüğün Cogito’nun Tanrıya dair bir inancı olduğunu unutmamak gerekir. Zira bu yüzden Tanrının dolaylı olarak oynadığı bu ontolojik ve epistemolojik garantörlük rolünü ortadan kaldırmak Kant için hiç de zor olmamıştır.
10. Modern akıl açısından aslolan bir düşüncenin doğruluğu değil, makuliyetidir.
Başka bir ifadeyle, modern akıl klasik anlamda ispatın peşinde değildir. Esasında sabit zâtlar anlayışını terk ettiğinden buna artık gerek de yoktur. Bu yüzden bilginin makuliyeti onun geçerli ve işlevsel olması anlamına gelmektedir.
Klasik felsefe açısından bir önermenin geçerli olabilmesinin şartlarını Aristoteles ikinci analitiklerde ortaya koymuştur. Bunlar: zorunluluk, mutabakat, ezeli, ebedi ve tümel olma şartlarıdır. Tüm bu özelliklere sahip olan bir önerme klasik felsefe açısından doğru olarak kabul edilir. Bu özelliklerden en önemlisi mutabakat anlayışıdır. Zira bu sayede zihin ile dış âlem arasında köprü kurma imkânı elde edilmiştir. Bunun anlamı, bilginin konusu olan şey dış âlemde hangi özelliklere sahipse zihinde de aynı özelliklere sahip olacağıdır. Sofistlerden gelen meydan okumayı Gorgias üç önerme halinde ortaya koymuştur. (i) Hiçbir şey yoktur, (ii) varsa da bilinemez, (iii) bilinse de aktarılamaz. Bu meydan okumayı bertaraf edebilmek için klasik filozoflar bu üç iddianın geçersiz olduğunu göstermeye çalışmışlardır: Bir şeyin her ahval ve şeraitte var olduğunu Platon idealar diye göstermeye çalışmıştır, Aristoteles cevher diyerek ve İslâm filozofları da mahiyet diyerek. Var olan bu şeyin bilinebileceğini ve bu bilginin aktarılabileceğini gösterebilmek klasik felsfenin temel hedefi olmuştur. Konumuz açısından bunun anlamı klasik doğruluk anlayşının tamamen ontolojik bir anlamı olduğudur. Diğer bir deyişle, klasik anlamda bilginin geçerliliği bütün o şartları karşılayabilecek olan bir var olana bağlıdır. Bu anlamda zihin tamamen pasiftir. Zihnin yaptığı tek şey bir ayna gibi karşısındakini yansıtmaktır. Modern dönemde, yani Descartes sonrasında geçerliliğin kıstası Aristoteles’in burhan anlayışı değildir; bunun yerine koyulan kıstas “açık ve seçiklik” tir. Özetle, klasik anlamda mutabakat ilkesi artık bilginin geçerlilik şartlarından birisi değildir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
- Thomas S. Khun, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Kırmızı Yayınları, 2017.
- Aristoteles, Fizik, Yapı Kredi Yay., 2017.
- René Descartes, Metot Üzerine Konuşmalar, Bilge ve Kültür Yay., 2017.
- Immanuel Kant, Pratik Usun Eleştirisi, Say Yayı., 2017.
- Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, İdea Yay., 2010.
- Alexandre Kojeve, Hegel Felsefesine Giriş, Yapı Kredi Yay., 2015.
- Kollektif, Alman İdealizmi 2: Hegel, Doğu Batı Yay., 2013.
- Steven Gimbel, Bilimsel Yöntemin İzinde, Dipnot Yay., 2017.
- Scott Gordon, Sosyal Bilimler Tarihi ve Felsefesi, Küre Yay., 2015.
- Ahmet Cevizci, Felsefeye Giriş, Say Yay., 2017.
- Ahmet Cevizci, Felsefenin Kısa Tarihi, Say Yay., 2016.
- Nigel Warburton, Felsefeye Giriş, Paradigma Yay.,
- Kant-Schopenhauer-Heidegger, Düşüncenin Çağrısı, Say Yay., 2012.
- Bayram Ali Çetinkaya, İslam Düşüncesi Tarihi, Pınar Yay., 2015.