28
Kaynaklarımızın önemli bir bölümü, toplumun her kademesinde, “yapılmasa da olur” kabilinden işlerle çarçur ediliyor, hatta “yapılmasa daha iyi olur” denilebilecek işlerle. Fakat bir organizasyon icat etmek, onun için onlarca kişiyi sürecin paydaşı ve değişik açılardan kârdaşı kılmak, fotoğraflar çekinmek insanları bir iş yapmış olma hissiyatının mümini kılıyor.
29
Yıllar önce, üniversitede bir hocamın “bir şey sorun haline geldiyse çözülmez” mealindeki yorumunu duymuş ve hayli yadırgamıştım. Bu yorumun, bir sorunun varlığından fayda temin eden, asgari düzeyde de olsa konfor alanını terk etmek istemeyen bir “düzen adamı” cümlesi olduğunu düşünmüştüm. Yıllar ilerledikçe, sistem tarafından varlığı tasdik edilen veyahut varlığı bir negatif varoluş hükmüyle tescillenen sorunlarımızın çözüleceğine olan inancımın bir inanç olmanın ötesine hiçbir zaman geçemeyeceğini düşünmeye başladım. Bu benim için yıkım olmadı. Yani bu durum beni acıyla fark ettiğim ve kahrolduğum bir dünyanın çaresizine çevirmedi. Bilakis sorun arz eden beklentilerden uzaklaştırdı. Gösterilen ideallerin kararlı takipçisi olmaktan kurtardı. Bir sorun mu var, olabilir demeyi öğretti.
Bir sorunun varlığı üzerine konuşulması, ona bigâne kalamayacağınız bir gerçekliği zaten üretir. Yani var deseniz de yok deseniz de üstüne konuşulan o sorun alanıyla arada bir alışveriş söz konusu olur. Dolayısıyla bir konum belirleme durumu ortaya çıkar. Bir sorunu çözme arzusu, bir tür hakikat istemi, ortaya insanın ayağını bastığı yeri merkeze alan çözüm önerileri ortaya çıkarır. Bu öneriler de genellikle o sorun alanıyla yakından uzaktan alaka içermez. Söylenenler, öneriyi getirenin sorunlarını faş etmekten öte anlam içermezler. Türkiye’nin “Kürt sorunu”nu düşünelim. Bu sorun bir az gelişmişlik sorunudur, bölgeye yatırım yapılmalıdır; bu bir eğitim sorunudur bölge insanının eğitimine ağırlık verilmelidir; bu bir terör sorunudur, terörün kökü kazınmalıdır… gibi tezler sadece sahiplerinin hangi hastalıklarla malul olduğunu gösteren ifade kalıpları olmuştur.
Bir sorun alanına vardır veya yoktur hükmüyle yaklaşmak, “ne istiyorsunuz” makamından konuşmayı kendine hak görmek, bir sorun alanını isimlendirme yetkisine sahip olduğunu vehmetmek tam da olandan bihaber olmanın ve hiçbir zaman çözüm üretemeyecek olmanın göstergesidir. Diğer taraftan varlığını, bir sorunun varlığına borçlu olan ve bu sorun üzerine kariyer inşa edenler ile kendini sorunu isimlendirme ve çözme makamında gören erkler bir ortak gelir hissedarı olarak da düşünülmelidir. Dert sahipleri bu ortak gelirin paydaşı değil, malzeme sağlayıcıları. Türkiye’de siyasetin nerede başlayıp nerede bittiği, daha açık bir ifadeyle, bir sorunun çözümünde siyasetin yerinin neresi olduğu konusunda bir zihin açıklığına ihtiyaç var.
Önceki bölümü okumak için tıklayın.
2 yorum
Pingback: Not Defteri [30-35]
Pingback: Not Defteri [36]