Mesele esasında yeni değil. Birtakım yayınevleri tutarlılık ve makul gerekçe gösterme gibi bir dert taşımaksızın bünyelerinde “İngiliz Edebiyatı”, “Fransız Edebiyatı”, “İspanyol Edebiyatı” vb. kategorilere yer verirken iş “Türk Edebiyatı”na gelince su koyuveriyorlar ve varlık zemininde bizatihi –şehit kanı taşıması itibariyle– vücut bulma edasından rahatsız oldukları Türkiye’yi veyahut Türkçeyi hatırlayıveriyorlar: Türk edebiyatı, sineması vs. ne varsa oluyor size Türkiye veya Türkçe şeysi. İlginçtir mesele muhayyel bir “İslam ümmeti”ne ne zaman gelse, “önce Türkiye”, “önce Türkçe” diyenler de muhataplarının bu kullanım biçimlerinden rahatsız olarak Türklüğün bayrağını göndere çekmek için ifşaat kuyruğuna giriyorlar, örnekler de vererek itiraz ediyorlar ve mesela “Yunan Sineması” diyorsan “Türk Sineması” da diyeceksin diyorlar, mesela niye “Türkiye Edebiyatı” diyorsunuz da “Almanya Edebiyatı” demiyorsunuz diyorlar. “E haksızlar mı?” sorusunun sorulmasını sağlamak, bu tartışma zemininde konuya en olmayacak yerinden girilmesini temin etmek anlamını taşıyor.
Nazarımda tartışmanın tarafları Firavun İmanı’nındaki Ali Yusuf’un torunları hükmünde (Ali Yusuf’un nihayetinde Ankara’da kapağı attığı yer malum olduğu için, bu hükmüm, tarafları değil rahatsız etmek gericiliğe karşı aydınlığın mutabakatına işaret ettiği gerekçesiyle memnun edecektir). Türk’ün kendisini ve Türkiye’yi var eden inancını, varlığının tezahürü olan dilini, ezanını, tekbirini, tesettürünü, kimliğinin her bir zerresini sistematik olarak agora ve devlet iradesi dışına –çeşitli alanlarda gösterdikleri faaliyetlerle el birliğiyle– iterek nevzuhur, omurgasızlaştırılmış, ithal-kırma ideoloji ve sözde değerlerle aşılayanlar (ve mahdumları) bir tarafta Türkiye’yi ve Türkçeyi hatırlıyor, diğer tarafta ise Türk’ü. İzlediğimiz eşine az rastlanır türden bir temsil.
Biz Türklerin gündelik hayattaki “edebiyat yapma!” ihtarının ima ettiği çerçevede söylemem gerekirse, Türk’ün edebiyatını yapanlar gavurun küfrünü göstererek kendileri hesabına –yine– alan kapatıyorlar. Kapattıkları da Türk’ün muhtemel varlık alanı. Muhtemel diyorum, çünkü Türk’ün makus talihi nedir denilse, gavurun gavurluğunu açık ve seçik karşılarında gördükleri an ve yerde Türklüğüne Türklük cephesinden kastedenleri yanında bulmaları ve bağrına basmaları derim. Çünkü bir “iyi niyet rejimi ve müfredatı” çerçevesinde, İslam’ın insana ve insanın yapıp-etmelerine temas edeceği her yerde hemen Türklük söyleminin kapısı bu topraklarda sonuna kadar açılmıştır. 21. yüzyılın yüksek değerlerine, her şeyin olanca doğallığı içerisinde cereyan edişine kör ve her şeyin ardında bit yeniği arayan biri olsam, tarafların arasına girip, sözde “Türkiye halkları”nın kardeşliği için çalışanlar ve sözde “vatan gemisinde Türklük müdafaası yapanlar” –eş deyişle siayey ve emaysiks kırmaları– “yapmayın siz özde kardeşsiniz” demem işten bile değil.
Görünen o ki Türkiye’nin agorasını artık tepeden tırnağa, yukarıda zikrettiğim aşılanmış biçimiyle, Türklük belirliyor. Türkçe tartışması, bu belirlemenin bir alandaki basit bir tezahürü. Türkiye’deki –Foucaultcu anlamıyla– iktidar mekaniği, çağımızın en kallavi Türklerini bile İslam’dan çok Türklük söylemini dile dolamaya mecbur bıraktı. Türklüğün mana düzeyinde itlaf madde düzeyinde iğfaline karşı –yeni demek yanlış olur– özcü Türklük tanımlarıyla karşı koymaya çalışmak günün sonunda –yer yer meçhul yer yer muhayyel de olsa– “İslam cemaati”nden çok Türkiye’deki safkandevletçipratiğin yakıt ikmali olan bir Türklük söylemine yaradı/yarıyor. Bu söylem de en çok Müslümanların “bastığı yerleri toprak diyerek geçmeme” hassasiyetini kullanıyor. Bu kullanım tarzını anlamadıkça “ma’bedinin göğsüne nâ-mahrem eli değdirmemek” için “kefensiz yatmayı” göze alanlara bir Fatiha’yı işin esasında çok gören mekaniğin tedavüle soktuğu irili ufaklı tartışmaların mahiyeti de anlaşılmıyor. Müslümanlar Türklüğünü, Türkçesini yakıt ikmali olmaktan çıkaracak bir ayrık otu gibi durabilmeyi, “hurra” nidalarına niye tercih etmesin? Mesela gavurun gavurluğunu her hedef göstereni neden dost bilsin? Acılarının, umutlarının, dualarının ayırıcı vasıflarının farkında olarak Türklüğü, Türkçeyi, Türkiye’yi kof ve kirli mahfillerin günübirlik çıkarlarına hizmet eden türden bir vatan-millet-devlet temasına taşıyan söylemlerini neden görmesin?
Ne Türk’ün edebiyatını yapanların ne de “Türkçe/Türkiye edebiyatı”na yatırım yapanların tarafında olmak gibi bir zorunluluğun olmadığını söylemeye çalışıyorum, yani anlamadıkları dilden, Türkçe konuşmaya.