İnsan fiziki dünyaya maddi ve manevi anlam katan bir varlıktır. Kendini sadece somut (bedensel) yönden değil soyut (ruhsal) açıdan da anlamaya çalışan; Teoman Duralı’nın deyişiyle “kendini ilkin duyum-layarak, hissederek, bilâhare anlayarak başkalarından ayrıt edebilen” bir varlıktır. Yani insanın somut dünya ile kurduğu her iletişim kendi varlığının bir tecessümü olarak idrak edilmiştir. İnsanın fizik doğaya bahşettiği bu değer, kendi kültür algoritmasını da bu şekilde oluşturmuştur.

Dilin kültür taşıyıcısı olduğu düşünüldüğünde, insanların düşünce ve davranış şekillerinin dile yansıdığı söylenebilir. Dilde kullanılan ataerkil dil ya da şiddet içeren kalıplar bu açıdan ortaya çıkmaktadır. Düşünce ve bunun bir yansıması olan davranış kalıpları insanların hayat görüşünü dil üzerinden ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan o toplumun kültürel hafızasının bir ürünü olan şiir, edebiyat, resim, müzik gibi alanlar toplumun zihniyetini ortaya çıkarır. Dolayısıyla bir toplumun eşitlik, adalet, şiddet, özgürlük gibi birçok toplumsal kavrama olan bakış açısını kültürel faaliyetlerinden ve eserlerinden okunabilmektedir.

Kültür, günlük yaşamda ve akademik alanda sık kullanılan kavramlardan biridir. Özellikle sosyal bilimlerdeki sanatsal ve düşünsel, ruhsal ve zihinsel gelişim süreçlerini; insan yaşamındaki değerler, gelenekler, inançlar ve diğer tüm sembolik pratikleri ifade etmede kültür kavramı kullanılmaktadır (Eagleton, 2019:15). Genel manada “insanların ürettiği maddi ve manevi unsurların tamamı” olarak tanımlanmaktadır (Marshall, 1999:442). Kültür; inançları, değerleri, gelenekleri ve dili kapsar; öte yandan insanlar ve kurumlar arasındaki kurumsal dengeyi ve hiyerarşiyi dolayımlar.  Dolayısıyla kültür, insanlar arasındaki iletişim ve etkileşimin dinamik zeminini oluşturur ve aynı zamanda insanlar üzerinde güç tesis etme ve yönetme iradesinin kaynağını oluşturur.

Kültür kavramı 21. yüzyılda küreselleşme ve dijitalleşme furyasının önemli bir kavramı olarak değerlendirilmektedir. Dahası toplumsal yapının işleyişi ve bu işleyişle ortaya çıkan yeni kavramsallaştırmaların vazgeçilmez dayanağı niteliğindedir. Buradan hareketle, kültür ve toplum arasındaki ilişki durumunu kendi kavramsallaştırmalarıyla açıklamaya çalışan Fransız düşünür Pierre Bourdieu, kültür-iktidar arasındaki gerilimi açıklamaktadır. O, tabakalaşmış hiyerarşi ve tahakküm sistemlerinin, güçlü bir dirençle karşılaşmaksızın ve toplumun bilincine varılmaksızın, kuşaklar boyunca nasıl idame edildiği sorusuna cevaplar aramaktadır.

 Kültür ve iktidar ilişkisini Karl Marx’ın sınıf çatışması perspektifinden devşiren Bourdieu’ya göre iktidar sahibi olan gruplar, kendi avantajlarını, kazanımlarını ve pratiklerini toplumsal bir norm olarak topluma kabul ettirirken, alt sınıfların kültürel değerleri ve deneyimleri aşağılanır ya da reddedilir. Bourdieu, iktidarın elindeki bu gücü sembolik güç olarak adlandırır ve bir yönüyle sınıf mücadelesinin bir veçhesi olarak nitelendirir. Bu güç, insanların toplumsal yapı içinde ve toplumsal yapı karşısında bir iktidar alanına işaret etmektedir. Yapı-eylem arasındaki güç, toplumsal eylemler ile kültür arasında hiyerarşik ve sınıfsal bir zemine taşınmasına neden olur.

Kültürün toplumsal yapı ve eylemle olan ilişkisini sembolik iktidar olarak açıklayan Bourdieu, kültürün tahakküm gücüne işaret etmektedir. Ona göre toplumsal hayat içinde bireyler, gruplar ve kurumlar kendi içinde tabakalaşmış toplumsal bir hiyerarşi örneği barındırırlar (Swartz, 2013: 18). Bu hiyerarşik düzen kendi içinde insanın içsel bir edimi olarak ortaya çıkan ve kendini mütemadiyen üreten bir iktidar inşa etmektedir. İktidar mücadelesini besleyen ve gelişimine olanak tanıyan zemini kültür sağlamaktadır. Kültürün bireye ve kurumlara sağladığı iktidar, kültürel iktidardır. Kültürel iktidar, kendi aygıtlarını ve anlam kategorilerini kullanarak tahakkümünü sağlar. Örneğin, sanatsal beğenilerden felsefeye, modaya, resme, müziğe ve hatta inanılan dine kadar kültürel tercihler iktidar alanını genişletir. Kültürün sembolik dili sahip olduğu ideoloji ve eğilime göre sembolik iktidarını güçlendirir.

Bourdieu’ya göre iktidarın kullandığı dil, kültür ve gelenek gibi insanın gündelik yaşamının bir parçası olarak toplumsal ilişkilerde hiyerarşik bir tahakkümün sağlanmasına ve yeniden üretilmesine yol açar. Bu açıdan sembolik şiddet, esasında hem fenomenolojik hem de habitusla ilgilidir. Daha açık ifade edilirse, tahakküm eden ile tahakküm edilen arasındaki dilde tahakküm edenin tahakküm edilene dayatmasıyla ya da dayatma imkanına/şansına sahip olmasıyla ortaya çıkan ikrar söz konusudur. Yani tahakküm edilen tahakküm edenin tahakküm etme düşüncesini, aygıtlarını anlama, kabul etme yatkınlığı göstermesi olayına sembolik şiddet diyoruz. Bu açıdan toplumsal hayattaki birçok ilişkisel durum kendi sembolik şiddet aygıtını, kategorilerini oluşturur veya yeniden üretir. Tabii olarak bu tanımlamaya göre sembolik şiddet, bir iktidar tahakkümü olarak insanların davranışlarını tayin etmede kritik rol oynayabilir. Nitekim bireyin eğitim, dil yetkinliği ve diğer kültürel bileşenleri, mevcut iktidarın kullanmak isteyeceği bir sermayeyi gösterir. Bourdieu bunu “kültürel sermaye” olarak adlandırmaktadır. Bu açıdan kültürel sermayenin insanların sosyal statülerini ve iktidarla olan ilişkisini belirlediğini ifade edebiliriz. O, toplum ve iktidar arasındaki diyalektik sürecin baskın tarafında iktidarı görür. Toplumu farklı sosyal alanlara bölen ve her bir alanda belirli bir iktidar ve hiyerarşi yapısından bahseden Bourdieu, insanların bu alanlar (sanat, siyaset, edebiyat, ekonomi) içinde yer almak ve başarılı olmak için mevcut alanın kural ve dinamiklerine hâkim olması gerektiğine vurgu yapar. Çünkü ona göre kültür ve iktidar iç içe geçmiş bir “puzzle” gibidir ve toplumsalın merkezinde yer alır. Kültür, toplumsal pratiklerin beslendiği ve sembolik iktidarın siyasal iktisadını geliştiren bir olgudur. Dolayısıyla kültür, kendine özgü birikimi mübadele imkânı ve kendi kullanım normları olan bir sermaye biçimidir.

Bourdieu’ye göre, sınıf mücadelesi, kültürel kaynakların, pratiklerin ve kurumların eşitsiz toplumsal ilişkiler yoluyla işlev görmesiyle gerçekleşir. Bu bağlamda, kültürün iktidarla ilişkisi Bourdieu’nun entelektüel çalışmalarının merkezinde yer alır. Kültürün sınıfsallaşma ve sınıfın iktidarın üzerini örtmesi, toplumsal ayrımların ortaya çıkmasına ilişkin analizi bu açıdan çok mühimdir. Nitekim Bourdieu’nun ideolojiyi ve yanlış bilinç problemini yeniden formüle etmesi, modern toplumlardaki sınıf-iktidar incelemeleri açısından kritik öneme sahiptir.

Son olarak Bourdieu’da sembolik şiddet konusunu izah ederken “işin hakkını vermek” düsturunca bu yazının çok kısa bir girizgâh olduğu açıktır. Bu açıdan, konunun tahakküm kurma ve ikrar gibi kavramlar ışığında incelenmesi gerekmekte; sembolik şiddet kavramının habitus ve devletle olan ilişkisini ele almamızı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu metin, bu açıdan oldukça sınırlı ve eksiktir. Konun iki önemli ayağı olan habitus ve devlet kavramlarının açıklanması ciddi bir analiz gerektirmektedir. Bu nedenle, ileriki yazılarda yeri geldikçe bu konuları açmaya ve tartışmaya çalışacağım.

G. Marshall: Sosyoloji Sözlüğü

T. Eagleton: Kültür

D. Swartz: Kültür ve İktidar: Bourdieu’nun Sosyolojisi

Yazar Hakkında

1992’de Tatvan’da doğdu. Lise eğitimini Erciş Anadolu Öğretmen Lisesi’nde, lisans eğitimini Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Bu yıllarda editörlüğünü yaptığı edebiyat dergisinde şiir ve öyküleri yayınlandı. 2015’te Özel Eğitim Bölümü’nden mezun oldu. Şubat 2020’de Bursa Uludağ Üniversitesi’nde Din Sosyolojisi alanında yüksek lisansını tamamladı. 2015’ten beri MEB’de Özel Eğitim Öğretmeni olarak çalışmaktadır.

Yorum yaz