125

Türkiye’de çok yaygın bir hastalık var: devlet adına konuşmak. Hemen herkes onun adına konuşuyor, onun adına söz alıyor, onun adına söz veriyor. Bir tüzel kişilik olarak devletle kurulan ilişki, mevcuttaki haliyle siyasetten çok psikolojinin ve hatta doğrudan tıp alanının konusu olmalı diyeceğim fakat tıbbiyeliler de Türk modernleşmesinin sacayaklarından biri olarak, bu hususta sühûletle düşünebilecekleri bir zeminde durmaktan çok müstahdem arayan devletçi nazariyenin oluşmasına Tanzimat sonrasında bilfiil yatırım yapmış olmaları sebebiyle müracaat mevkiinde bulunamayacak kadar tarafgir bir pozisyona işaret ediyorlar. Yine de tıbbi bir müdahalenin konusudur devlet adına konuşmak. Devletin kurumlarındaki tezahürü, kamu kurumlarının –o meşum ifadeyi kullanalım– insan kaynağıyla olan ilişkisi, bu ilişkinin kamu hizmeti başlığı altında değerlendirilebilecek tüm işlerdeki etki oranı ayrıca düşünülmeye değer konular. Fakat tüm bu ilişkisellik ağı pratikte bir kelp-kağnı ilişkisinde düğümleniyor. Hani kelp kağnının gölgesinde yürürmüş de kağnının gölgesini kendi gölgesi sanırmış. Net bir teşhisle, devlet adına konuşmak ile kağnının gölgesini mutlak surette kendi bireysel varlığıyla ve günübirlik çıkarlarıyla ilişkilendirme aynı reçetenin konusudur.

126

Leo Perutz’un Leonardo’nun Yahuda’sı romanında şöyle bir diyalog geçer:

“O taraftan gelmek bu mevsimde çok zor olurdu,” dedi Behaim ve kupasını kafasına dikip bitirdi. “Hayır efendi, denizyoluyla doğu ülkelerinden geliyorum. Türk sultanının topraklarından. İşlerim nedeniyle Halep’te, Şam’da, Kutsal Topraklar’da ve İskenderiye’deydim.”

“Ne? Türklerin oradaydınız ha!” diye haykırdı ahşap oymacı, oymacı, “Sizi kazığa kazığa oturtup derinizi yüzmediler mi?”

“Yurtlarında kazıklarla ve deri yüzmekle pek uğraşmıyorlar,” dedi Behaim, herkesin ona bir masal yaratığıymış gibi bakması çok hoşuna gitmişti.

Ahşap oymacı, ince bıyığını düşünceli düşünceli sıvazladı. “Ama hiç durmadan Hıristiyan kanı döktükleri söyleniyor,” diye itiraz etti.

“Ticaret yaptıkları kişilerle iyi geçiniyorlar,” diye açıkladı Behaim. “Siz Milanolulardan farklı değiller; biri size gelse, zırh ve tuhafiye malzemesi satın almak istese, onu kazığa oturtup derisini yüzer miydiniz? Bademezmesi ve kurabiye satan Sienalılar böyle bir şey yapar mıydı mesela?

“Barbar Türk” portresinde açıkta bırakılan noktanın “ticaret hassasiyeti” olması dikkat çekici. Halbuki ticaret asırlar boyu Türkler için bir cihad ameliyesiydi, edilgin bir ıslah edilme ve aşılanma aracı değil. Türklerin sırât-ı müstakim üzre barbarlığına rücu etmesi gerekiyor, özellikle ticarette.

127

Bir büyüğümden dinlemiştim. Western filmlerinin köye yeni geldiği ve kahvede birlikte izlenildiği zamanlar… Bir sahnede kovboy silahını çeker ve düşmanına doğrultur. Bunu gören ahalinin bir kısmı başını öte yana çevirir, kimi kendini bir işe verir kimi de canhıraş bir şekilde kahveden dışarı fırlar. Bunun sebebini içlerinden birine sorunca aldığı cevap ibretliktir: “Aman guzum şahit yazarlar, mahkeme mahkeme sürünürüz.”

Türkiye’de gücünü tam da bu “şahit yazılmama” refleksinden alan, tüm paydaşların sadece yerini kolladığı kirli bir millî mutabakat siyaseti hükümferma. Derde düşmeyen görmüyor, canı yanmayan duymuyor, günü kurtaran bilmiyor.

128

Sivil alanın imhasına yönelik güvenlikçi politikalar dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin aleyhinedir. Çizilmiş yürüyüş rotalarının haricinde Filistin için ses çıkarılması rahatsızlık verici olmamalı. Fakat güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı, sıra savma duygusundan, “şahit yazılma” korkusundan berî olarak ve her halükârda rahatsızlık verici bulunmalı. Emniyet mensupları güvenlik açığı yaratacak ve toplumu infiale sürükleyecek şekilde davrandığında, suçu ve suçluyu dışarıda aramanın anlamsızlaştığı bir vasat ortaya çıkar ki büyük tehlike budur.

129

Popülizm: demokrasi havarilerinin bugünkü gündemi. Metafizik tartışmalarının günün sonunda nihilizme varması gibi, demokrasiyi ideal bir yönetim modeli olarak takdim edenlerin de varıp varabileceği nokta popülizm tartışması. El mahkûm, çünkü kitlelerin “doğru olan”ı seçecek olgunluğa hâlâ eriştirilemediği bir yüzyıl, 21. yüzyıl. Kanlı ihraç metaı olarak demokrasi, popülizm tartışmalarıyla bizatihi yapısındaki sorunu da mutluluk vadettiği toplumlara ve bireylerin sırtına yüklüyor.

130

Demokrasi Irak’tır, Afganistan’dır, Libya’dır, Mısır’dır. Filistin’de yaşananlar ise tam teşekküllü bir demokrasi şöleni olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’ye gelince, demokrasi ne yok ne de şölen kıvamında. Şimdilik, kendini kaderine rücû etmesine mani olacak bir araftan çıkarmamakla vazifeli ve popülizm tartışmalarının fason tercüme ve üretim noktası.


Ramazan bayramınız mübarek olsun.

Af ve mağfirete vesile olmasını, tüm Müslümanları hayırla daha güzellerine eriştirmesini rabbimden niyaz ediyorum.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

1 Yorum

  1. Pingback: Not Defteri [131-138]

Yorum yaz