122

Güzel olanla dolayımsız bir karşılaşma imkânından mahrum bırakılırız, çoğu zaman yakın kabul ettiğimiz çevremiz ve gündelik hayatta mâruz kaldığımız insanlar tarafından. Bu dolayım kendi tecrübesini mutlak bir gelecek projeksiyonu olarak dayatma olarak kendisini gösterir. Yaşadığını, yaşanılması kaçınılmaz bir şeymişçesine anlatan dilden ve tavırdan söz ediyorum. Her kritik eşikte hayatımıza, algılarımıza, zihnimize üşüşen kötücül seslerden söz ediyorum. Uzak durmalı.

123

31 Mart 2024 seçimleri, sonuçları bakımından, Cumhuriyet tarihinin en ilginç yerel seçimi olabilir.

CHP, tarihinin belki de parti tanımının yapılması en zor, en kimliksiz, kavgalı ve karmaşık yapısını arz ettiği bir dönemde dikkate değer bir yerel seçim zaferi elde etti. Bu sonucu istatistikler üzerinden, yereldeki hizmet siyasetinin güncel durumu üzerinden, tepki oylarını belirleyen hususlar üzerinden tartışmak pekâlâ mümkün. Fakat ortada olanı küçültmeye de büyütmeye de meylim yok. Gördüğüm fotoğrafı paylaşmak isterim.

Geçtiğimiz on yılda AK Parti’nin “klasik CHP” reflekslerini içselleştirerek dönüştüğü, CHP’nin ise bir tür “yeni AK Parti” olarak söylemini daha kuşatıcı gösterecek şekilde kimliksizleştirdiği bir süreç yaşandı. Bunda tabi ki Kılıçdaroğlu’nun etkisi gözardı edilemez. Ki “altılı masa” da kuşatıcı değil, kimliksiz, kimliğin tali kılındığı bir siyasetin arayışıydı. Bir diğer ifadeyle Türkiye’ye, Türkiye’nin içinden teklif edilen bir Dayton masasıydı. Fakat bu kimliksizleşme hususunda da başı çekenin AK Parti olduğunu söylemek mümkün. Avrupa Birliği (AB) odaklı, daha doğrusu AB müktesebatının kalkan kılındığı siyasetin özellikle 2016’dan sonra girdiği rotanın patenti AK Parti’de değil. Farklı kesişim kümeleri oluşturulabilir fakat en temelde milliyetçiliği MHP ve türevlerinin, Atatürkçülüğü ve içeriksiz devletçiliği CHP ve türevlerinin uhdesinden almak mümkün değil.

Bunu “kuruluş ayarları” lakırdısına meftun olanların pirüpak bir sıfır noktasına işaret eder edalarıyla söylemiyorum fakat AK Parti kendisine taban kazandıran hemen hemen tüm siyaset alanlarını süreç içerisinde ya terk etti ya da buna mecbur bırakıldı. Mecbur bırakıldığına inanılan noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsına olan itimat kendisini açığa çıkardı, çıkarıyor. Fakat terk ettiğine inanılan noktada on yılların ama ekonomik ama kültürel ama siyasi noktadaki birikimi patlak verdi, veriyor. Bunu edat kullanımındaki politik tasarruf ile açıklamak mümkün. Hizmet öncelikli ve vesayete karşı bir siyasi talep ve iddia söz konusuydu. Epeydir -karşı’dan -ile birlikte’ye bir geçiş varlığını duyuruyor. Bu geçişin sadece AK Parti’yi değil tabanını da kimliksizleştirdiğini söylemek mümkün.

Kimliksizleşme AK Parti ve CHP’ye özgü bir durum değil. MHP ve türevleri de aynı durumdan muzdarip. Partilerin depolitizasyonu ile Türkiye tam teşekküllü bir “millî mutabakat” ülkesine dönüşüyor. Görünürdeki çok seslilik demokratik meşruiyeti sağlaması bakımından tahammül edilebilir kabul ediliyor. Mutabakatın tortusu altında yerinizi alacak ve kabul edecek kıvama geldikten sonra ha o, ha bu. Bir gün önce Türkiye’yi yaşanmaz bulanlar, her seçimde hile yapıldığı düşünenler bir gün sonrasında, 31 Mart’ta “demokrasinin zaferi” diye sevinebiliyorsa; bir gün öncesinde Türkiye’nin adil, müreffeh ve yaşanası bir ülke olduğuna inanabilenler bir gün sonrasında paçasını tam teşekküllü bir âhüvâha kaptırabiliyorsa Türkiye’de muhalif bir siyasi pozisyonun varlığından söz edilemez.

CHP, Türk’ün omurgasızlaştırılması üzerine teşekkül eden yapısıyla teşekkül ettiği tarihten itibaren İslam’ın Türkiye’nin varlık haritasında geriletilmesinin merkez üssü olarak varolageldi. Şemsettin Günaltay’la başlayan zevahiri kurtarma politikası ise sonuçlarını 2024’te vermiş görünüyor. Bir diğer ifade ve 31 Mart 2024’te yakalanan tarihi momentum ile İstiklal Mahkemeleri ile, resmi tarih müfredatıyla ve cebri uygulamalarla yapılamayanın, yani kimliksizleştirici bir “millî mutabakat”ın rızâen tesisinin, AK Parti-CHP karşıtlığı üzerinden zuhuru gerçekleşmiş görünüyor. İki kanatlı bir kimliksizleştirme ile var edilen daha doğrusu görünmez kılınan ortak paydaya işaret ediyorum.

Annem ve babam bana Hüseyin ismini o ortak paydayı benimsemedikleri için verdiler.

124

Türkiye’de “millî bilinç” kanla mayalanıyor. Bu dün de böyleydi bugün de. Terörü Türkiye için bir gerçeklik haline getiren; Sünnî-Türkü hale yola sokmak, eş ifadeyle omurgasızlaştırmak için neşter altına alan, Kürdü tepeden tırnağa dönüştürülmesi gereken bir öteki olarak konumlandıran siyasetin kendisidir. Bugün sözünü ettiğim siyaset görünmez kılındığı için siyasetin her rengini günbegün tesis edilen “millî mutabakat”ın gönüllü müşterisi ve hissedarı kılan bir süreci tecrübe ediyoruz. Türkiye’de terör üreten akıl kendi vatanseverlerini yetiştirdi. Bugünün Türkiye’sinde milliyetçi refleksler hem terörü ivmelendiren hem de kendi yanlışlarıyla kendini onayan bir hastalıkla muallel. Dolayısıyla  güvenlikçi politikalar artarak devam ederken “ne oldu-ne oluyor-ne olacak” hattının sağduyulu bir analizini yapacak vasatın kıyısına bile yaklaşılamıyor.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

2 yorum

  1. Pingback: Kültür ve Sanat Gündemi | Nisan

  2. Pingback: Not Defteri [125-130]

Yorum yaz