Hazır Kıta herkese merhaba dedi. Şiire ve düşünceye küçük de olsa bir mevzi kazmak için kolları sıvadık. Diri kalma niyeti ve uyuşukluğumuzu giderme maksadı ile birlikte bugünün dünyasından hoşnutsuz olduğumuzu temellendirmek için gerçek bir neden bulma yolunda adımımızı atıyoruz.
Bugünün dünyasında olan şu aslında: “ Uzlaşılan bir şey yok, tartışma sürüyor.” Uzlaşılmış özgürlük ve refah paylaşımı dışında yani modernliğin bireylere ve kitlelere sunduğu memnun edici pay dışında bir uzlaşımız yok. Neredeyse herkes kendisini rahatsız eden yan etkilere rağmen “acınacak rahatlıklar” içinde yaşamakla malul. Keyif alınan tutkulu bir yaşam söz konusu değil. Bireycilik, teknoloji ve bürokratik yönetim çerçevesinde tasarlanmış bir “yumuşak despotluk” ile iç içeyiz. Ne onu tam anlamıyla kabulleniyoruz ne de ona karşı çıkmak istediğimizde inşaî bir iddia ortaya atabiliyoruz. Laikliğin, modernliğin ve kapitalizmin üçlü zihniyet ağı bütün değer ve kavramları çoktan geçersizleştirdi bile. Hem kendi coğrafyasında hem de yayıldığı coğrafyalarda. Yani bütün küre’de.
Biz derken? Hayatî derecede önem ve anlam iktibas eden bir soru. Biz. Evde oturup oyalayıcı özel yaşamın keyfini çıkaranlar mı? Aktüel politiğin cep doldurucu, mide yapıcı yoğun gündemi ile vakit harcayanlar mı? Müslümanca yaşamanın zorunlu kıldığı değer ve hassasiyetleri ilginç bir propagandist tavırla görmemeye ve göstermemeye çalışanlar mı? Bu biz’e Batılılar, Asyalılar, diğer Müslüman ülkeler de dâhil mi? Hangi biz adına neler diyebiliriz?
Etki ortaklığı; fakat tepki ayrışması. Bizi tavsif eden olgu bu olsa gerek. Bütün insanlık modernliğin ve kapitalizmin yüksek idealleri çerçevesinde kuşatıcı bir etkiye maruz kalıyor. Fakat o etkilere verilen tepki farklılaşıyor. Batılı toplumlar ve aydınlar marazlarını tedavi edip, iyi yanlarını öne çıkartarak sistemi güncelleme noktasında müşterek görünüyorlar. Tanrı ortada yok; kilise bir yığın taş ve çimentodan ibaret; modernlik sistemi hariç birey ötesi kaynak ve meseleler devre dışı; herhangi bir ahlâki idealin varlığı söz konusu bile değil. Şartlar böyle iken sistem için sunulması gereken hizmetin ve yaratılması gereken iktisadî değerin dışında bir mesuliyet alanı kalmıyor. Batılı insanlar birey olarak yaşıyor, göre-ci davranıyor, kendini gerçekleştirme idealini gerçekleştirmeye çalışıyor. İyi yaşam nedir, mevcut düzenin daha iyisi olmalı mı soruları ortada yok. Benim günahım bana, senin günahın sana! Bana göre böyle ise de doğrudur; sana göre öyle ise de doğrudur. Bu bireycilik, arzu-his ve dürtüleri birey dışı bir kaynağa yaklaştırmadan, ondan uzak tutarak bencillikle sonuçlanan bir ahlâk dışılık yaratıyor. Batılı toplumlar adına durum böyle. Bireyler için steril özel yaşam alanları, devletler için güç temerküzü kaynakları, sermaye sahipleri için sermaye biriktirmeyi sağlayacak bütüncül bir sistem Batılılar tarafından neden reddedilsin. Peki, o zaman biz tanımımız Batılıları içermiyor mu? Batılılar zaten memnuniyet içinde ise sadece kendi vatanımıza ve coğrafyamıza yani modernliğin nüfuz ettirildiği zoraki modern toplumlara dönük bir öneri olabilir mi?
Hakkını vermek gerekir modernlik ve kapitalizm kendi ideallerini ve vaatlerini, toplumlar adına hareket eden yapılara çoktan kabul ettirdi. Dünyada bir toplum ve dolayısıyla bir devlet yoktur ki esaslı bir şekilde mahut vaat ve idealleri elinin tersiyle itsin. Kuzey Kore gibi American Puppet’larını saymazsak. Onlar mevcut sistemin iyiliğini teşhir eden, kötülüğün(!) oyun sahneleri. İnsanları sistem hakkında “ İyi ki varsınız efendim” fikrine yönlendirmek için rezervde tutulan kalıntılar. Kendi zor koşullarımız altında bir karşıtlık ve inşa mücadelesi vermemiz gerektiği gün gibi ortada. İşte şiir bu mücadelenin cephelerinden biridir. Faydacı tüketici’nin gazabına uğramış olsa da şiir saf eleştirinin ve var olma neşesinin sonucu olarak sahnelerden inmeyecektir. Şiir; bireycilik, teknoloji, bürokratik yönetim ve finansallaştırma sultasına karşı klasik mızmızlanmaların, etkisiz akademik bilimsel üretimin, think-tank kuruluğunun ötesinde bir mevzidir. Elinde maket bıçağı bugünün saklanan, dillendirilmekten çekinilen kapalı kutularını açmak için beklemektedir. Kendi bireysel umursamazlıklarımız içinde debelenip edebî şeyler imal edeceğimiz koşullarda değiliz artık. Kötücül bir yok oluş serenadını reddedip gerçekliğin ve an’ın nabzını elimizde tutarak yeni bir tahlil, tefrik ve inşa mevzisini açmanın zamanı geldi. Hep geldi, hep gelecek! Düzeltilmesi gereken sorunlar düzeltilmedikçe hep gelecek! Yukarıda sorulan sorular cevaplanmadıkça hep gelecek.
Şiirde, öyküde, düşüncede herkes kazmasını eline alsın!
| metin için kullanılan resim Peyami Gürel‘e aittir