Usta bir şairin yeni kitabı Tamgalar tam on yıl sonra çıkageldi. Bu kitabı şiir okurları çok uzun zamandır bekliyordu. Nasıl beklemesinler, dergilerde yayımlanan son şiiri üzerinden bile iki yıl geçmiş bir şairden bahsediyoruz. Öyle ki yayımlanan kimi şiirleri okuyucular ve hatta şairler arasında adeta bir efsaneye dönüşmüştü: “Amasyalı Uzman Çavuş…” ya da “Yılkı” ya da “Beşerî Hoyrat” vs. Dergilerde yer bulan ama kitaba girmeyen şiirleri de eklersek, daha yayımlanmadan bir “kült” kitap halini aldı Tamgalar.
Kitabı oluşturan şiirler bir yana kitabın ismi de hem kültürel hem de ideolojik anlamda olsa gerek, yayım duyurusu yapılır yapılmaz “en azından” sosyal medyada epey bir ses getirdi. Değil mi ki tamgalar/damgalar Türk tarihi açısından sonsuz öneme sahip… Tamga, belki bugünkü dilde logo, amblem, işaret gibi anlamlara gelse de geçmişte aşiretler, boylar için, hem maddi hem manevi/sembolik açıdan ayırt edici bir öneme sahipti. Türkler, en basit ve alelade eşyalardan hayvanlarına kadar tamgalardan yararlanırlardı. Bu işin maddi tarafı. Bir de sembolik tarafı var. Örneğin, Yenisey yahut Orhun yazıtları, alfabeden öte, tamga dediğimiz ifade biçiminin en güzel örneklerindendir.
Yenisey ve Orhun yazıtlarının yıllar sonraki hâli hiç şüphesiz Yesevi’nin ve Yunus’un şiirleri veya Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir. Daha sonra Fuzuli, Taşlıcalı Yahya gibi şairlerin elinde tam anlamıyla kendini bulacak olan “tamgalar” 2019 yılında da Süleyman Çobanoğlu şiirleriyle günümüz okurlarını selamlıyor. Tabii Çobanoğlu’nun Tamgalar’ı, Orhun Abideleri veya Mevlid gibi didaktik özelliğe sahip bir nasihatname değil, bugünün okurlarına geçmişi unutturmayan/hatırlatan epik; bugünün şiir diliyle “siyasi” bir eserdir.
Evet, siyasi bir eser; ama kesinlikle popülist yani konjonktürel değil. Örneğin Çobanoğlu, zamanında Necip Fazıl’ın yaptığı bir işi yapıyor. Necip Fazıl, aruz yerine heceyle ilk ürünlerini vermiş, hece ile devam etmiş ve hece şiirinin belki de en önemli temsilcisi olmuştur. Aruzun karşısına heceyi, bir ideolojik araç olarak koyan Cumhuriyet rejimini, ömrünün sonuna kadar yine rejiminin aracı ile “alt etmeye” çalışmış bunda da nispeten başarılı olmuştur. Çobanoğlu, Necip Fazıl’ın açtığı bu yolu “sağcı” iktidarlara karşı geliştirmiştir. Tıpkı Necip Fazıl gibi hece ile siyasi şiir yazılacağını ve muktedirlerin karşısında durulabileceğini göstermiştir.
İlk bakışta, Necip Fazıl Kısakürek’in karşısında Kemalist bir rejim olduğunu, ancak bugünkü muktedirlerin Kemalistlerin zıttı olduğun düşünebiliriz. Ancak Çobanoğlu için 90 yıl önce nasıl bir iktidar varsa bugün de, belki “rengi” değişmiş olsa da, aynı güçler vardır. Çünkü krallar değişse de krallık dediğimiz yapılanma payidar kalacak, bazı “şairler” kralları bir tanrı gibi görecek, ama Şair’in tavrı hiçbir zaman değişmeyecektir:

“Bana şiir gelirken yakıcı gerçek gelir
Kılıcı yalanların kanını içmiş çeri
Kralları tanımaz kimseyi selamlamaz
Saçında çiçek gibi yoksulluk dilekleri” (16)

“tanrı sattığınız o pazarlara
kurşun yesem dahi girmeyeceğim” (101)

Tamgalar’ın konjonktürel bir eser olmadığını ele aldığı konulardan dahi anlayabiliriz. Bugünkü siyasi şiirler, sağcı veya solcu olsun, ekseriyetle “risksiz” konular etrafında dolanıp durur. İşte sağ tandans; Filistin, Gazze, Suriye, Mursi gibi salt hamasete dayalı, çözüm sunmayan, gayrı-milli, ne yazılırsa yazılsın kabul görecek konuları; solcular ise hâlâ ve hâlâ Küba, Deniz Gezmiş, Che gibi hakkında binlerce şiir yazılmış sembolleri evirip çevirip okuyucuya sunuyorlar. Tabii bu sadece 2019’un bir sorunu değil. Türk şairinin 1940’lı yıllarda esin kaynağı Fransız, 60 ve 70’ler boyunca Latin Amerikalı ve 1950’lilerde ise İspanyol sanatçılar oldu. 1990’lara geldiğimizde de “çoğunluk” İngiliz-Amerikan şairlerine yöneldi. Ama Çobanoğlu gibi birkaç şair gücünü yalnız ve yalnız Türkiye’den, Yunus’tan, Yesevi’den, Korkut Ata’dan, Aprınçur’dan, öksüzler’den, kovulmuşlar’dan, itilmişler’den aldı. Bunun en bariz örneği, hepimizin malumu, bir sözde Çözüm Süreci eleştirisi “Amasyalı Uzman Çavuş…” şiiri. Bu şiirde yer alan, “Otuz yıl kurşun aktı tek şair ses etmedi” dizesi belki de PKK terörü hakkında yazılmış, elle tutulur tek örnek. Sağcı şairler gözlerini Gazze’ye dikerken Çobanoğlu; PKK terörüne, Dağlıca’ya, Aktütün’e, Eruh’a (103) yöneldi. Yalnız Türkiye değil, Türkiye dışındaki Türk toprakları da belki de yalnız Çobanoğlu şiirinde kendine yer buldu. Aşağıdaki “Vatan” şiiri, Kıbrıs hakkında Cumhuriyet dönemi boyunca yazılmış tek şiir olabilir. (Kıbrıs Barış Harekâtı zamanında yazılmış “propaganda” şiirlerinden bahsetmiyorum):

“Oğlunu paraşütle Kıbrıs’a bırakmışlar
Alıcı bir kuş gibi bütün göğü kaplamış

‘Girne ne yanda’ diye fısıldardı muhtara
‘Kıran giresi gavur Beşparmak’tan düşmüş mü?’

Yalnız o kadınlardı köyünden hiç çıkmayan
Koca denizi aşıp adayı vatan yapan.”(82)

Çobanoğlu’nun şiirden kopmamasının bana kalırsa tek nedeni bu tür konjonktürel işlere pirim vermemesi; -bugün her ne kadar yanlış kullanılsa da- o popüler söylemle ifade edecek olursak, “yerli ve milli” olmasıdır. Şiirden kopmaktan kastım, şiiri bırakmak yahut az şiir yazmak değil. Aksine, bugün şiirden kopan pek çok şair fazlasıyla şiir yazıyorlar. Şiirden koptukları nokta, günümüz şiiridir. Yani şiirden kopanlar, kendi kuşakları yahut önceki kuşaklar ne yapmışsa bugün hâlâ onu yapar; 70’lerde nasıl hamasi üslupla şiir yazıldıysa bugün de öyle şiir yazar ve okuyucuya kendi görüşlerini dayatırlar. Sanki bir vaiz gibi! Hatta kimileri, yumruklarını sıkıp havaya kaldırarak Suriye şiirleri okurlar. Şiirden kopmuş, bugünü yakalayamamış şairleri ben, zamanında Mustafa Kemal’e “mevlit” yazan müteşairlerden farklı görmüyorum. Bugün hangi şiir mahfilinde Ceyhun Atuf Kansu veya Behçet Kemal Çağlar şiirlerinden bahsediliyor? Bu isimlerden hangisi, Kurtuluş Savaşı yıllarını Çobanoğlu kadar sakin ve bilgece anlatabilmiştir:

“Kurt kuş dahi geldiler
Çok muştu böcekleri
Toplar bütün patladı
Tanrı’nın tüfekleri

Buğday, üzüm, sadeyağ
Ve yoksul kavut geldi
Başkaldırdı tüm atlar
Cümle dağa kut geldi

‘Hac’anesti gel kurtar,
Kurtar ordularını!’” (24)

Çobanoğlu şiirinde kendimizi Sakarya kıyılarında buluruz. Mavi Anadolucuların mit anlayışı hümanizmken Tamgalar kaynağını gerginlikten ve çatışmadan alır.

Tamgalar, bütün bütün güncel olaylardan ilhamla meydana gelmiş; sözde Çözüm Süreci’nden Kıbrıs’a, Uygur Türkleri’nden şemsiyenin altına girmiş şairlere kadar Türkiye’nin çeşitli zamanlarına değinen bir eser. Şair tüm olayları, “Muhammedî” bir duruş ve asla “İslamcı” olmayan bir tavırla ele alır. (Beşerî Hoyrat) Türkiye’nin son 10-15 yılına damga vuran bu olaylardan biri de hiç kuşkusuz Soma Faciası. Tamgalar, Soma Faciası’nı, içimizi en az şehid madenciler kadar yakan bir olay ile anıyor: “Madenciyi Tekmele”. Çobanoğlu, madencinin tekmelendiği olayı bütün bir ülkenin özeti olarak sunuyor. Şiirin kahramanı “Büşra” adından biri. Büşra üzerinden muhafazakâr kesimin Müslümanca yaşamı terk ettiği ve giderek dünyevileştiği anlatılır: şatafat ile umreye yollanan vali, makyaj yapan muhafazakâr kız, deri döşemeler, basit kâr hesapları, ucuz pahalara değişilen ahiret… Ve tüm bunların yanında günlük siyasetin getirdiği, bilhassa muhafazakâr camiaya ait, hep o bildik kelimeler: “Lozan” ve “Heykel”…
Tamgalar ile ilgili daha birçok şey söylenebilir: Hece vezniyle yazılan siyasi şiirlerin, Mehmet Akif’in aruzla yazdığı siyasi şiirler kadar başarılı olması; unutulmaya yüz tutmuş, belki sadece Anadolu’nun kimi yerlerinde yaşayan kelimelerin kullanımındaki titizlik veya kurt, at, geyik gibi mitolojik unsurlardan ustaca yararlanılması… Tabii Çobanoğlu şiirindeki mitoloji gerçek ve hakikatle bağımızı koparmıyor. Aksine daha da kuvvetlendiriyor. Çünkü kimi zaman milletlerin mitlere ve hatta hurafelere dahi ihtiyacı vardır; güç dönemlerde bir diriliş fişeği görevi üstlenir bunlar. Bu anlamıyla Tamgalar’daki mitoloji, örneğin Mavi Anadolucuların mitoloji anlayışıyla tamamen farklı bir seyir izler. Onlar için 13. yy Anadolusuna dair menkıbeler bizi Eski Yunan’a götürürken Çobanoğlu şiirinde kendimizi Sakarya kıyılarında buluruz. Mavi Anadolucuların mit anlayışı hümanizmken Tamgalar kaynağını gerginlikten ve çatışmadan alır. Muhammedîlerin menkıbeleri ile İslamcılar kurguları çatışır örneğin. Bu çatışma ve gerginlik, basit bir “doğacı” şair olmasının önüne geçiyor Çobanoğlu’nun.

*

Tamgalar’ın çokça önemsediğim bir başka başarılı noktası hece veznindeki başarısıdır. Nasıl ki 1940 kuşağı toplumcuları, imgeyi önceleyen şairleri ve gerçeküstücüleri burjuva olmakla, gerici olmakla itham etmişlerse, yermişlerse hece şiiri de hemen hemen aynı yıllardan itibaren gerici, sağcı şairlerin başvurduğu bir yöntem olarak görülmüştü. İşte Tamgalar, hece ile de sağ’a yaslanmayan, modern siyasi şiirler yazılabileceğini gösteriyor okuyucuya. Ve bu bakımdan, o klasikleşmiş tabirle, siyasi şiire yeni bir soluk getiriyor, yeni bir kapı aralıyor ve hatta açıyor o kapıyı. Açılan o kapı Abdulhâlik Aker, Mert Mevlüt Gökçe, Raşit Ulaş, Muharrem Turgut gibi kuşak arkadaşlarıma, bugün hâlâ kimi çevrelerce anti-modern sanılan hece şiirini ihya etme fırsatı sunuyor!
Tamgalar, at izinin it izine karıştığı şu zamanlarda, “bir bölük börü”nün destanını anlatan yegâne eserdir…

Kitabın Künyesi:
Kitap: Tamgalar
Yayınevi: Ötüken
Şair: Süleyman Çobanoğlu
Sayfa: 118
Basım Tarihi: 2019

Bu metinde yer alan fikirler yazara aittir ve HAZIRKITA’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Yazar Hakkında

Yorum yaz