Düşünümsel Sosyolojiye Davet, Pierre Bourdieu meraklılarının, severlerinin ve onun düşüncesinin basitleştirilmiş bir halini arayan, kısa yoldan bala parmak çalma gayretinde olan, sosyoloji biliminin sırlarına erişmeye çalışan aceleci okurları hayal kırıklığına uğratabilme ihtimalini içinde barındıran bir kitaptır.
Metnin amacı, Bourdieu’nun birbirinden ayrılmaz şekilde teorik ve ampirik olan bir dizi bütünleşik araştırmanın esas sonuçlarını, ana kavramlarını ve üretici ilkelerini hem derli toplu hem de açık bir biçimde ortaya koyabilmektir. Metinde her bölümün iddia ettiği konular Bourdieu’nun örneklerle ifade ettiği açıklamalarla yeterli gözükmektedir. Bourdiue’yu daha iyi anlamamız için metnin yazarı Wacquant’ın önerdiği ikili güzergâh son derece önemlidir. Çünkü metinde çözümlenemeyen durumlar için kavramsal bir şema oluşturulmuştur. Özellikle kavramsal haritanın çıkarılması somut bir örnek olarak düşünülmüştür.
Üç bölümden oluşan metin, temelde amacına sadık kalmaya çalışsa da içerik olarak farklı konulara değinmektedir. Birinci bölümde Bourdieu’nun çalışmalarının iç mantığının ve genel ekonomisinin anahtarlarını sunmaktadır. İkinci bölümde Bourdiue sosyolojisinin ana tezlerini, halihazırdaki Anglosakson sosyal bilimlerinin en belirgin tartışmalarına ve konumlarına göre mevzilendirmeyi hedeflemektedir. Üçüncü bölümde ise sosyolojik buluşa yatkınlık aşılamayı hedefleyen Bourdieu, sosyolojik nesne inşasını yöneten epistemolojik kuralları örneklendirerek, pratikten aksiyomatiğe ve uygulamadan ilkelere doğru bir yol izlemektedir. O, akademik eğitim ortamına içkin olan skolastik katılığı bertaraf etmek için sosyolojik aklın ilkelerine söylemsel hakimiyeti kademeli olarak kazandırmak adına pratik kavrayıştan yola çıkmaktadır.
Araştırma pratiğinden sosyolojik imkânın sınırlarını açıklamaya varan ve Bourdieu sosyolojisinin genel hatlarından oluşan metinde Bourdieu sosyolojisinin vaat ettiği analiz/anlatı genel hatlarıyla ele alınmaktadır. Chicago seminerlerinden oluşan bölümlerde araştırma pratiğinin esaslarını açıklayan terimler ele alınmaktadır. Bourdieu’nun 1980’lerdeki çalışmalarında görülen epistemik yer değiştirmelerin üzerinde durulmakta ve Fransız üniversitelerinden yola çıkarak sosyolojik bakışın imkânını kendi Homo academicus çalışmasındaki örneklerle sağlamlaştırmaktadır.
Bourdieu, sosyal bilimlerde temelden bölen bilindik ikilikleri, yani nesnelci ile öznelci bilme tarzları arasında görünürde aşılmaz olan antagonizmayı, simgesel ile maddi olanın çözümlenmelerindeki ayrışmayı, nihayet teori ile ampirik araştırma arasındaki ayrımı aşmak adına ciddi bir çaba göstermektedir.
Paris seminerlerinden oluşan bölümlerde Bourdieu’nun düşüncesinin sacayaklarını oluşturan habitus, alan ve sermaye kavramlarını açıklamaktadır. Objektivizm, sübjektivizm, toplumsal fizik ve fenomenolojiyi birbirine sentezlemeye çalışan Bourdieu, habitus, alan ve sermaye kavramlarıyla sosyoloji bilimine “orijinal bir kavramsal cephanelik” armağan etmektedir. Bunları açıklarken sosyolojinin felsefe, iktisat, tarih ve siyaset gibi alanlar hakkındaki ilişki durumunu ele alarak etnografik çalışmalarından örneklerle ilişkilendirmektedir. Sosyolojik icat kavramına genelleşmiş bir yakınlık kazandırmaya çalışan Bourdieu, pratikten ilkelere giderek sosyolojik nesnenin inşasına yön veren epistemolojik kuralları örneklerle dayanaklandırır. Dolayısıyla mevcut entektüalist dolayımından kaçınmak için anti-entelektüalist pratik felsefeyle uyumlu bir hatta durur. Böylece sosyolojik aklın ilkelerine ulaşmaya çalışır.
Metinde genel olarak Bourdieu’nun daha önceki eserlerindeki etnografik araştırmalar, makalelerinde ve konuşmalarındaki kavramsal açıklamalardan ve tanımlamalardan yararlanılmaktadır. Ayrıca Bourdieu’nun etkilendiği ve eleştirdiği klasik düşünürler (Durkheim, Weber) başta olmak üzere birçok antropolog ve sosyoloğun Bourdieu’yla ayrıştığı ve kesiştiği konular üzerinde durulmaktadır. Özellikle Bourdieu’nun bu düşünürlerin düşüncelerini geliştirdiği ve eleştirdiği konular örnekler üzerinden açıklanmaktadır. Buradan hareketle Bourdieu’nun epistemolojik ile metodolojik öncülleri, birbirinden ayrılmaz bir şekilde teorik ve ampirik olan bir dizi bütünleşik araştırmanın esas sonuçlarına göre düzenlenmelidir. Bunun yanında kavramlar ve tüketici ilkeler hem derli toplu hem de açık bir biçimde ortaya konulmalıdır. Dolayısıyla Bourdieu hem Strauss’un yapısalcı anlayışını hem de araştırma nesnesi için olmazsa olmaz olarak kabul ettiği inşacı (construct) anlayışı düşünümsel sosyoloji için gerekli görmektir.
Claude Levi Strauss’un yapısalcılığına eleştirel yaklaşan Bourdieu, Jean-Paul Sartre’nin varoluşçu yaklaşımını da eleştirir. Ona göre toplumsal olguların yapısı ve insan davranışları hem yapısalcılığın öngördüğü dışsallıklarla hem de varoluşçu düşüncenin öngördüğü bilişsel nedenlere dayanır. Bunun yanında Althusser’in soyut ve evrensel düşünceye dayanan yaklaşımı Bourdieu tarafından eleştirilir. Nitekim Althusser’in savunduğu ideolojik ve baskı aygıtları (eğitim sistemi, kilise, devlet, siyasi partiler ya da sendikalar) esasında aygıt değil alandır.
Althusser’de olduğu gibi ampirik araştırmadan yoksun teorileri boş ve kör olarak tanımlayan Bourdieu, Kantçı düalizmin sadece bilişsel okumayla edebi ve sanatsal yönden bir çözümlemeyi amaçladığını ve dolayısıyla bu hermenötik yaklaşım gibi varlık felsefesi gibi yaklaşımların hatalı olduğunu savunmaktadır. Bu tür yöntemlerle sosyal bilimci somut dünyayı soyut bir şekilde ancak karikatürize edebilir.
Metinde “düşünümsellik” ve “düşünümsel sosyoloji” kavramları üzerinde durulmaktadır. Aynı zamanda teori ve pratik arasındaki etkileşim sürekli vurgulanarak, araştırma nesnesi üzerindeki etkisine dikkat çekilmektedir. Böylece, öznellik-nesnellik, makro-mikro, beden-zihin, düşünce-eylem gibi dikotomileri aşmayı amaçlamaktadır. Sosyoloji geleneğinin birleştirici teorik yaklaşımına ek olarak yeni bir metodolojik bakış açısı ve araştırma süreci sunmaktadır. Hiçbir kavramın sosyolojik araştırmanın bir aracı olarak mutlak anlamda dışlanmaması veya kabul edilmemesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bunun yansıra incelen olay ve olgunun tüm tarihsel bağlamının bilinmesi gerekir. Ancak olay ve olguların tarihsel ve teorik altyapısı araştırma için yeterli değildir. Bu olay veya olgunun tüm tarihsel bağlamının bilinmesi gerekir. Teorik ve tarihsel altyapı araştırma için yeterli argümanları sağlamaz. Bunun için teorinin pratiğe dökülmesi gerekir, pratiği olmayan bir teorinin doğrulanamaz olduğunu bilmek gerekir.
Bourdieu’ya göre sosyoloji, toplumsal evreni oluşturan ve onun içerisinde gömülü bir şekilde kendi üretimini ve dönüşümünü gerçekleştirme eğilimi gösteren mekanizmaları gün yüzüne çıkarma görevini ifa etmeye çalışan bir bilim dalıdır. Sosyolojinin araştırma nesnesi olan bu evrenin özelliği temelde ikili bir yaşama sahip olmasıdır. Bunlardan birincisi maddi kaynakların (Bourdieu’nun deyimiyle sermaye türlerinin) dağılımıyla oluşturulan ilk düzey nesnellik içinde yer alır. İkincisi de toplumsal eyleyicilerin tüm toplumsal pratiklerinin (davranış, duygu, tutum, yargı vs.) simgesel matrisi olarak işleve gören, ikincil düzey nesnellik içinde yer alan zihinsel ve bedensel süreçlerden meydana gelir. Toplumsal olguların kendi gerçekliği içerisinde oluşturduğu anlam dünyasını idrak etmek ve içinde gömülü olan mekanizmaları gün yüzüne çıkarmak için sosyolojinin her iki düzeydeki okumanın sorunlarından ve eksikliklerinden arınarak “çift odaklı bir çözümleme merceğiyle” durumu incelemesi gerekmektedir.
Bourdieu’nun eylemin yapısına ve bilgiye yaklaşımı monist ve antidüalisttir. Çünkü ona göre eylem bir bütündür ve eylemi tek yönlü analiz etmek metodolojik bir hatadır. Bourdieu’nun düşüncesi ve pratik üzerindeki bağlamla ilintilidir. Bourdieu, pratik ve teorinin bir bütün olduğunu savunur. Bu acıdan Bourdieu pratik ile teori arasındaki ilişkiyi Marx, Mauss, Weber Durkheim gibi düşünürler başta olmak üzere Merleau-Pontiy ve Schutz gibi fenomenologların görüşlerini kendi düşüncesinde sentezler. Dolayısıyla Bourdieu’nun toplum düşüncesinde toplumsal uzam sürekli hareket halinde, içinde rekabet halinde olan bir uzamdır. Bu uzam kendi içinde sosyal varoluşun somut acımasız rekabetini ve tehlikesini barındırır. Toplumsal mücadele alanı onun metaforik söyleminden kaynaklanmaktadır. Nitekim Bourdieu, kendi felsefi antropolojisini “takdir görme-tanıma” edimleri üzerine inşa etmektedir.
Bourdieu, sosyal bilimlerde temelden bölen bilindik ikilikleri, yani nesnelci ile öznelci bilme tarzları arasında görünürde aşılmaz olan antagonizmayı, simgesel ile maddi olanın çözümlenmelerindeki ayrışmayı, nihayet teori ile ampirik araştırma arasındaki ayrımı aşmak adına ciddi bir çaba göstermektedir. Elbette bunları yaparken sosyal bilimlerin ampirik ve teorik temellerini bütünsel ve ilişkili bilimsel bir süreçte tamamlamayı düşünmektedir. Dolayısıyla Bourdieu’nun yöntemsel tercihi hem başlangıçta hem de kervan yolda düzülür mantığıyla araştırma nesnesini metodolojik tekçi anlayıştan kurtaran düşünümsel (reflexivity) bir anlayışla inşa etme amacındadır. Böylece kuram ve ampirik araştırmanın bir arada olduğu bir perspektifle çalışma yöntemi tercih edilir. Özetle metnin iddia ettiği Bourdieu düşüncesinin bütünsel postulatlarını ifade etmektir. Metinden de anlaşılacağı üzere bu iddiayı çalışmalarındaki örneklerle ve sosyoloji bilimine yönelttiği eleştirilerden yola çıkarak vurguladığı “Bourdieu ile sosyoloji yapmak” iddiasını doğrular niteliktedir.
The Craft of Sociology üzerine bir değerlendirme için tıklayın.