The Craft of Sociology/Sosyoloji Zanaatı sosyoloji biliminin ana temalarının genişletilmesi, bilimsel bilgi üretim sürecindeki metodolojik ve epistemolojik zorluklara odaklanma çabasını daha iyi anlamamıza olanak tanımaktadır. Bu çerçevede, Bourdieu’nun vurguladığı hususları akademik bir perspektifle genişleterek ele alabiliriz.
Öncelikle, Bourdieu’nun Sosyoloji Zanaatı çalışmasında tartıştığı, sosyolojinin diğer bilimlerle karşılaştırılabilirliği konusu üzerinde durabiliriz. Sosyolojinin hassaten genç bir bilim dalı olması, diğer disiplinlerle kıyaslandığında kendine özgü metodolojik ve epistemolojik sorunlar doğurur. Bu bağlamda, sosyolojinin doğa bilimleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları ele alınabilir. Doğa bilimlerinin deney ve gözlem yöntemlerini kullanma lüksüne sahip olan bilim dallarına kıyasla, sosyologlar gerçekliği karmaşık etkileşimler içinde anlamaya çalışmak zorundadırlar. Bu durum, sosyolojinin bilimsel bir disiplin olarak varlığını sürdürme mücadelesini şekillendiren temel unsurlardan biridir.
Bourdieu, The Craft of Sociology metninin ilk bölümünde “The Break” sosyolojinin sağ duyu ve gündelik söylemlerden nasıl ayrıştığına değinmektedir. Ona göre araştırma nesnesinin sabit olmaması, nesnenin kendini yorumlayabilmesi ve araştırmacının bilhassa araştırma evreninin bir parçası olması gibi nedenlerden ötürü sosyolojinin bilimsellik iddiası oldukça zor bir meseledir. Bu zorlukları aşmak için “kırılmayla” kazanılan epistemolojik uyanıklık ve akabinde araştırma süresince korunmaya çalışılan bilimsel tavır, sosyoloğun bilimsel bilgi üretmesi açısından mutlak bir gerekliliktir. Epistemolojik kırılma, sosyoloğun bilimsel bilgiyi inşa etme sürecinde karşılaştığı zorlukları ele alırken, aynı zamanda yeni bir bakış açısı kazanma fırsatını da ifade eder. Sosyolog, geleneksel düşünce kalıplarını terk ederek, yeni bir perspektif kazanma çabası içinde olmalıdır. Bu, sosyolojik bilginin yeniden yapılandırılması ve daha önce fark edilmemiş ilişkilerin keşfedilmesine olanak tanır.
İkinci bölümde Bourdieu’nun sosyolojik araştırmanın en kritik evresi olarak nitelendirdiği araştırma nesnesinin yerleştirilmesi sürecine değinilmektedir. Bourdieu bu süreci ifade ederken Marx’tan Mauss’a kadar sosyal bilimcilerin metodolojik sorgulamalarına odaklanır. Araştırma nesnesinin seçimi, araştırma nesnesine uygulanacak ölçüt ve araştırma nesnesiyle kurulabilecek ilişki sorunsallaştırılır. Böylece objektif araştırma ve yürütmenin olanakları-gereklilikleri ortaya konulur. Tabi burada objektiflik konusu araştırmacının bilimsel çalışması için bilhassa önemlidir. Bourdieu, sosyologların gündelik dilin içsel yanılsamalarını anlamadan, toplumun karmaşıklığını ve çeşitliliğini tam olarak idrak etmede zorlanabileceğini düşünmektedir. Bu noktada, gündelik dilin içsel önyargılarından arınmak, sosyolojik bilginin daha nesnel ve tarafsız bir temelde oluşturulması gerekir.
Üçüncü bölümde ise araştırma nesnesini belirleyen araştırmacı uygulamalı rasyonalizmin benimsendiği, araştırma desenine uygun araştırma yöntem(ler)i belirlenir. Bunu yaparken araştırma nesnesine önceden epistemolojik bir hiyerarşi benimsemek, araştırmanın nötr olduğu iddiasını veya dolaysız aktarım yöntemlerinin olduğuna inanılması belli gerçekliklerin gözden kaçırılmasına neden olur. Bu yüzden hangi verilerin ya da deneylerin araştırmaya değer olduğu sorusu araştırmacının kolaylıkla cevaplayacağı sorular değildir. Nitekim, Bourdieu’nun “bilinçsizlik ilkesi” üzerinde durarak bireyin kendi sosyal durumundan kaynaklanan düşünce kalıplarının bilincinde olmamasını vurgulaması, sosyoloğun kendi önyargılarıyla yüzleşme ve bu önyargılardan arınma sürecini anlamamızı sağlar. Bu bağlamda, sosyoloğun bilinçaltındaki önyargılara karşı duyarlılık geliştirmesi ve bu önyargıları sorgulaması, sosyolojik bilginin daha derinlemesine ve eleştirel bir şekilde inşa edilmesine (construct) katkı sağlar.
Buradan hareketle Bourdieu, sosyoloji biliminin arkitektonik değil polemik bir aklın ürünü olması gerektiğinin altını çizer. Çünkü sosyolojik fenomenler laboratuvarda deneyle elde edilen elementler değildir. Sosyolojik fenomenler, bireyler arasında belli eklettik durumlara maruz kalan polemikler sonucunda gelişmelidir. Bu polemik tartışmaların bilimsel cemaat fenomenini oluşturma konusunda nasıl bir çıktıyla karşımıza çıkacağı da soru işareti barındırmaktadır. Yani, toplum dediğimiz kendi içerisinde değişkenler barındıran, çok boyutlu bir zeminin keşfedilmesi ve inşa edilmesi öncelikle güncel ve işlerliği olan kavramlar üzerinden ifade edilmelidir.
Bourdieu’nun nesnenin konumlandırılması huşundaki kaygıları ampirik yöntemlerin diğer bilimlerden ödünç aldığı metotların kolaycılığı ve bunun yol açtığı sorunlarla ilgilidir. Çünkü sosyolojik açıdan oluşacak yanlışlar nesnenin konumunu ve anlamını değiştirebilir. Bu yüzden teorilerin verilerden bağımsız bir şekilde katalog haline gelmesi, teorinin verileri açıklamaktan ziyade barındırdıkları gerçeklikleri teyit etme aracına dönüşebilir. Bu da araştırmacının teorik çerçeve belirleme ve veri havuzuyla yorumlama esnasında en dikkatli davranması gereken husustur. Çünkü teoriyi ya da veri havuzundan hareketle yapılacak yorumun önceliği bizi sosyal bir fenomeni anlamaktan çok sosyal bir fenomeni doğrulamaya yaklaştırır. Bu da Foucault’un hakikat ve iktidar ilişkisini ele alış biçimini hatırlatmaktadır.
Foucault, söylemin hiçbir zaman tek başına tartışılacak bir şey olmadığını çünkü her söylemin kendi içerisinde çeşitli iktidar ilişkilerini barındırdığını iddia eder. Her söylem, maddi ve siyasi koşulların izini taşır. Bu yüzden söylemler ortaya çıktıkları andan itibaren taşıdıkları iktidar ilişkilerinin taşıyıcısıdırlar. Bu yüzden iktidarın etkinliği, söylemin devamlılığıyla kaimdir. Bourdieu’da metin boyunca uyanıklık/farkındalık kavramlarını söylem bahsi için dile getirerek, sosyal araştırmaya başlamanın belli öncüller olmadan başlamanın imkânsız olduğunu dile getirir. Bu öncüller, kendilerini totolojik bir gerçeklik içinde kendilerini doğrulayabildiklerini ifade eder. Dolayısıyla epistemolojik ön varsayımlardan kurtulmamız mümkün değilse bile bu varsayımlardan hareket ettiğimizin ve bunu değiştirme gücünü elimizde bulundurduğumuzun bilincinde olarak araştırma yapmamız gerekir.
Bourdieu’nun metinde değindiği bir başka husus da araştırmacının ahlaki varlığı ve mesafe mefhumu üzerinedir. Onun Cezayir’deki etnografik çalışmalarından aktardığı üzere sosyal bilimcinin “izm”lerden arınmış bir şekilde araştırmanın bilimsel niteliğini koruması gerekir. Ancak bu o kadar da kolay bir şey değildir. Çünkü sosyal bilimci her şeyden önce sosyal, siyasal ve kendisini çevreleyen durumların içinde yaşayan bir varlıktır. Dolayısıyla bu yaşam çemberinin ne kadar dışında kalacağı ve araştırma nesnesine metodolojik bir sınırı nasıl konumlandıracağı kolay cevaplanacak sorular değildir. Bu yüzden sosyal bilimcinin ahlaki bir tutum sergilediği an bilimsel olmaktan uzaklaştığı andır. Sosyal bilimci üretim aşamasında kendi varoluşunu, politik duruşunu, araştırmanın öncüllerini ve ismini araştırma nesnesiyle ilişkisini nerede tuttuğunun farkında olmalıdır. Araştırma nesnesinin belirlenmesi, bilimsel çalışma metotlarının hazırlanması, verilerin yorumlanması gibi sosyal araştırmacının mesleğini kapsayan tüm alan farkındalığına erişmenin araştırmacıya araştırma hakkında bilimsel birtakım ifadeler inşa etme becerisini bahşettiğini (ön)kabul eder.
Özetle The Craft of Sociology metni genel olarak bir sosyal bilimcinin (özelde sosyoloğun) bilimsel araştırması ile halihazırdaki banal ifade arasında sallanan Demokles’in kılıcını indirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla metin hem bilimsel üretim sürecindeki sınırlılık, yöntem, amaç ve içerik gibi veçheleri tartışırken hem de araştırma nesnesinin bir parçası haline gelen sosyoloğun yaklaşımını da sorunsallaştırmaktadır. Bourdieu, esasında The Craft of Sociology metninin her dönem yazılması gerektiği kanaatindedir. Bourdieu bu düşüncesinde her ne kadar haklı olsa da hakikate olan ilginin azaldığı ve veri havuzlarındaki bilgilerin belli kurumlar tarafından yönetildiği bugünlerde sosyoloğun bilimsel teoriler, hipotezler üretmesi çok kolay gözükmemektedir.
1 Yorum
Pingback: Düşünümsel Sosyolojiye Davet