Çocuk benim ülkemdir
Ana karnı geleceğin belgesi
Sezai Karakoç Hızır’la on yedinci buluşmasını bu mısralarla bitirir. Karakoç’un ülkesini çocukla tahdit etmesini etik-politik olduğu kadar poetik bir ifşa ifadesi olarak okumak da mümkün. Çünkü Hızırla Kırk Saat’te bir çocuk zihninin berraklığı kendisini gösterir. Sanki imana açılmış iki göz, hayretle peygamberler tarihinin satır aralarına karışmış, mürekkebin ve kâğıdın kırılmalara uğrattığı ne varsa onları elemiş ve nihayetinde saf birtakım ses ve kokuları bilfiil işitmiş ve görmüşçesine geri çekilmiştir. Geri çekilmeden kastım, bir tür bilinç halinden çocukça bir terennüm ve tazelikle geri çekilme. Karakoç’un “çocuk ülkesi” bu geri çekilmede kendisini gösterir.
Bilinç, çoğu vakit şair için bir bataklıktır. Evet, insanı diğer varolanlardan ayıran, onu teorik ve pratik eyleme sevk eden, felsefe ve sanat ile iştigalinin hareket noktası ve bir anlamda bağlamını teşkil eden bilinç, şair için bir bataklıktır. Bu bataklık şairin duyularının kültürel üretimlerle terbiye edildiği bir süreci ifade eder. Zaman; terbiyenin, insanın saf ve fıtrat üzre kalabilmesinin aleyhine olduğu bir müfredat biçiminde ilerlemektedir. Şair bilinci, bu müfredatı talim ettirmek isteyen bilirkişi raporlarının, belgelerinin sağanağı altında tutulagelir. Şairin karşılaştığı her eşikte, kendi “çocuk ülkesi”ne çekilmeyi bilmesi gerekir. Bir çocuğun bakışına, duyuşuna, hissedişine, acemi hareketlerine ve tazeliğine.
Evimizin anayasa çalışmalarına belki de buradan başlamalı. Türkiye, çocuklarını kendi “çocuk ülkeleri”nden alıkoyan şu bizim güzel ülkemiz, çocuklarını kot altı bir bilincin vatanseveri ve aydını kılmayı marifet bilen eşi menendi olmayan ülkemiz, bir bilinç sarfınazarına mükellef. Gidilecek yolun uzunluğundan, yapılacak işin çokluğundan dem vurmak bu noktada bize, bugüne kadar olduğu gibi, hiçbir kâr sağlamıyor. Aksine, denâet içeren bir bilinç halinden çocuk ülkesine geri sıçramak icap ediyor. Bu sıçrama bir bilinç farkındalığı ile olacak şey değil. Türkiye’de bilinci ve farkı belirleyen amiller, Allah’ın ihsanından medet ummamayı talim ettiriyor. Tüm politik müdahalelere rağmen şair-milletlikle kaim olmak, ülke sathında çocuğa bakabilmeyi ve çocuğun “çocuk ülkesi”ni korumayı gerektiriyor.
Peki nasıl koruyacağız çocuklarımızı ve kendi “çocuk ülkemiz”i? İmam Gazzâlî İhyâ’da, âkil ve bâliğ kulların yapmakla mükellef olduklar üç şey olduğunu söyler: 1. İtikad [inanmak], 2. Fiil [inandıklarını yapmak], 3. Terk [yasak edilenleri yapmamak]. Meselenin özü diyebileceğimiz bir noktada, yani itikad ve kalb işlerinde İmam Gazzâlî, kişinin içinde doğacak şüpheleri giderecek kadar ilim edinmesinin farz olduğunu söyler. İlerleyen satılarda ise şunları ifade eder: “Eğer erginlik çağında, çocuk böyle kelâm münâkaşalarının alıp yürüdüğü bir muhitte ise, lâyık olan kendisini bu felsefeden korumak ve evvelâ yalnız hakkı öretmektir. Çünkü: Boş bir cevher olan o çocuğun kalb ve beynine evvelâ o şüphe uyandıracak şeyler doldurulursa bunları atmak farz olur. Halbuki bu da bâzan çok güç olur.”
Bizim modernleşme tecrübemiz şüphenin tedrisini esas alan bir mantık üzere şekillendi, diyemiyorum çünkü şüphenin esas alınması bile bir seviye ifade eder ve ihlas sahibi ve samimi kimse için hayrın kapısını açma imkanını barındırır. Biz mutlak bir kendini inkâr kuşaklarının tesis ettiği temeller üzerinde çırpınıyoruz. Bunun içindir ki sürekli yeni sistemler, yeni kurumlar arayışındayız. Yeni yasa arayışları dahi bu yüzden eskisinin kirini pasını nimet olarak takdim edenlerin lağım çukurunu andıran ağızlarından bir öteye geçemiyor ve bir umudu filizlendiremiyor. Kıyafetlerimiz dikiş tutmuyor, kalplerimiz birbirine ısınmıyor, bir karar üzere duramıyoruz.
Bu hâl içre olma ise tam da İmam Gazzali’nin sözünü ettiği muhitler ve müfredatlar içinde yetiştirilmekle alakalı. Tefecilerden ders, tüccarlardan siyaset, siyasetçilerden ticaret, ezcümle hemen her şeyi o işin künhüne vakıf olmayan ve dahası istismar edenleri millî ve “ortak payda” belleten denî bir olagelmeden söz ediyorum. Türkiye bu anlamıyla düşmanları hariçte olmayan yegâne ülkedir. Geleceğin belgesini ana karnından çekip alan ve çocukların çocuk ülkesini onlara bırakmayan bir inkar ve şüphe müfredatına karşı evvela kendi içimizdeki inkar ve şüpheleri giderecek kadar ilmin farz olduğu bir yere işaret olarak bu mısrayı tekrar okuyorum: “Çocuk benim ülkemdir.”