Türkiye’de her yeni süreç taraftarlarından evvel kendi suçlularını yaratıyor. Bir fikrin olgunlaştırılması, insanları ikna etmesi, tabana yayılması için gönüllü iştirak süreçleri işletilmiyor. İşletilmek istendiğinde de atılan adımlar daha çok insanları bir duygu durumuna hapsetmeye yönelik sosyal ve siyasal hadiseleri tetiklemek yönünde şekilleniyor. Günün başında inanmadığınız ne varsa, günün sonunda inanıyorsunuz. Çünkü kapana kısılmışçasına kendinizi içinde bulunduğunuz bir duygu durumunun size gösterdiği politik karara intibak etmeniz kaçınılamaz bir duruma dönüştürülüyor.

100 yılın akabinde Türkiye “terör sorununu” çözmeye karar verdi. 1 Ekim 2024’ten bu yana görücüye çıkarılan yargı bu. Dolayısıyla akan kanı durduracak, vatan evlatlarının hiç de kendi savaşı olmayan birtakım kısır dövüşlerin içerisinde harcanmasına son verecek her türlü adım, her türlü adım atma ihtimali insanı ama, fakat vb. bağlaçları rafa kaldırarak cümle kurmaya teşvik ediyor. Fakat toplumsal hafızamızın rafları öylesine kanlı evraklarla, giysilerle ve erzaklarla dolu ki değil bağlaçları bir harf koyacak yer bulmak güç. Söz konusu yargının organik bir toplumsal ve siyasal olgunlaşmanın ürünü olmasa da yeni terör tanımları ve alanları ortaya çıkarmadan nefes alınabilecek yeni siyaset alanları açabilmesini her hâlükârda isterim.

Peki bu ne kadar mümkün? Sorunu sadece bir “terör meselesi” olarak gören ve “terörü bitirmeye yönelik” adımlar tasarlayan akıl için bir çözümün mümkün olmadığı açık. Çünkü bu yaklaşımda tanımlama ve muhatap seçicilikte bir indirgeme sorunu ortaya çıkıyor. “PKK Kürtleri temsil etmiyor” yargısı bugün “terörü bitirmek gerekiyor” yargısıyla tahkim ediliyor. En azından bu bakımdan bir tutarlılık var. Bu tahkimat milliyetçiliğin haricindeki tüm ideolojilerin ufkunu perde perde kapattığı bir noktada yapılıyor. Handikap şu: Hiçbir ideolojik örgütlenme biçimi kendi ana varlık sebeplerinden birini kendi elleriyle ortadan kaldıracak bir adımı atmaz. Sorunun kaynağı kabul edilebilecek teori ve yapının unsurları, sorunun sonuçlarının ortadan kaldırılmasıyla huzurun tesis edilebileceğini dikte ediyorlar. Sorunu milliyetçiliğin hükmünü icra ediş biçimine getirmekte yarar var.

Türkiye’de hâlâ sorunların sebepleri üzerine konuşulabilecek bir vasat temin edilebilmiş değil. Bataklığı değil de teker teker sivrisinekleri öldürmekten başka çaresi olmadığını düşünen biri gibi davranmak Türkiye’de vatanseverlik olarak takdim ediliyor. Milliyetçilik de namuslu olmak, adaletli olmak, vicdanlı olmak türünden bir değer gibi sahiplenilmesi gereken bir insani vasfa dönüştürüldü. Halbuki değil. Bugün hiç değil. Türkiye’de milliyetçilik, birbiriyle bağdaşmaz değerleri ve iddiaları bir arada savunan bir taşralı ideolojisi olarak sistemdeki tüm arızaların sebeplerini görünmez kılan, dahası yücelten ama aynı zamanda bunun ortaya çıkardığı problemlerden en fazla yararlanan bir konumda atını koşturuyor. Dolayısıyla da sorunlara işaret ederken görünmez kıldıklarıyla Türkiye’nin esaslı ve daha büyük sorunlarının üzerine perde çekiyor. Pek tabii kendi üzerine de.

O perdeyi kaldıracak olan Türkün, kendine omurga teşkil eden, ruh ve madde veren İslâm’ı sözde bir “millî kimlik” altında eritmekten vazgeçme siyasetini aramaya yönelmesidir. Kurtla yiyip çobanla ağlamayı geçer akçe olmaktan çıkaracak olan budur. Huzur iklimini temin edecek olan da.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

Yorum yaz