Vatanseverlik, ulus-devlet geleneğinin bir parçası olarak, insanların sadece zor zamanda değil, gündelik hayatını idame etmek için kullandığı reçetelerden biri olmuştur. Bu kavram, Türkiye’deki varlığı itibariyle milliyetçilik ideolojisiyle kaim kılınmış ve devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak vazifelendirilmiştir. Bu açıdan vatanseverliğin ne olduğu sorusu Ziya Gökalp’in “Türkleşmek-Muasırlaşmak-İslamlaşmak” temayülünde gizlidir. Nitekim Türk siyasi hareketinin oluşumu Gökalp’in, toplum ve devlet ilişkisi üzerine inşa ettiği kavramlarla örülüdür. Dolayısıyla bu konunun çok fazla detayına girmeden, mevzuyu daha sarih anlamak adına Gökalp’in eserine başvurmakta fayda vardır.
Türkiye’de vatanseverlik olgusunun sembolik angajmanları kutsal değerlere denk bir ilgiye mazhardır. Başka bir deyişle vatanseverlik, kutsal ittifakını dinî kaynaklarla tahkim etmiştir. O yüzden vatanseverlik, ulvi bir vazife olarak telakki edilmiştir. Vatansever denildiğinde vatanına, milletine yararlı ve her türlü fedakarlıktan ödün vermeyen kişi akla gelmektedir. Durum böyleyken, günümüzde bir kesim insanların ne kadar vatansever olduğuna sürekli şahitlik etmekteyiz. Bunlar içlerindeki sevgiyi türlü vesilelerle bize anlatma derdinde olmalılar ki sürekli karşımıza çıkmaktadırlar. Mesela en çok bayrak sallama, Atatürk hakkında en çok nutuk çekme ve sürekli ön safta yerini alma gayreti içindedirler. Vasatı kesinlikle reddeden bu şahıslar, her şeyin en iyisi olmaya aday oldukları için en iyisine de layık oldukları düşüncesindedirler. En büyük Atatürkçü benim, en büyük vatansever benim, sözleriyle ülkenin medarı iftiharı olduğunu iddia edenlerin girdiği bu ihtiraslı yarışta galip olma şansları az da değildir. Bu kişiler hâlâ ekmek kapısı olarak gördükleri maziye zaman zaman sövseler de yeri geldiğinde kuşattıkları kalenin en büyük silahtarı olmaktan da geri durmamaktadırlar. Ancak ne tuhaftır ki bu şahısların, devletin semantik varlığının en büyük taşıyıcıları olarak, kutsadıkları şeyler uğruna feda edecekleri hiçbir şeyleri de yoktur.
Nitekim vatanseverliğin “alçakların son sığınağı” nitelemesini 1970’lerde Eric Hoffer gündeme taşımıştı. Kendi ülkesi üzerinden vatanseverlik kavramı hakkında yorum yapan Hoffer, vatanseverliği; insanların kendi sorumluluklarından, suçlarından kaçınmak için kolektif bir sığınak olarak tanımlar. Peki, bu kişiler vatansever olmakla ne elde ederler, yaşadığı toplumdaki kazanımları neler olur? Bu soruların cevabı salt devletçi reflekslerle verilemez. Özellikle bu dönemde, devletin ideolojik aygıtlarını kendi sınıfsal bahçelerinin arkasına bir istinat duvarı misali dikenlerin ne kadar Atatürkçü, Türkçü, milliyetçi, vatansever insanlar olduklarını söylemleriyle değil elde ettikleri kazanımlarla ya da kaybettikleri imtiyazlarla değerlendirebiliriz.
İnsanların kazandıkları veya kaybettikleri kazanımlar, ideolojik tercihlerine göre belirlenen bir husus olmaktan çıkmıştır. Siyasi ideolojilerin ortak vatansever kavramı etrafında kenetlenmeleri, meselenin ideolojik bir kazanım ya da kaybına değil elde edilen imkânların miktarıyla alakalıdır. Başka bir deyişle, Türkiye’de bir kişinin vatanseverlik durumu, sağ veya sol fraksiyonlarla açıklanacak bir durum değildir. Nitekim, hiçbir siyasi ideoloji, ülkenin “vatansever” bireylerini dışlayan bir politikası olmamıştır. Aksine, “vatanseverlik” kavramı, devletin ve milletin varlık sebebini temsil eden, siyasi ideolojilerin ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte, Türkiye’de sağ ve sol gibi terimler, günümüzde bir masanın hangi tarafta kurulacağıyla ilgilidir; insanların masada nerede oturduğuyla değildir. Yani bugünkü siyasi ideolojilerin mantığı konjonktürel bir duruştur, statükoyu koruma duruşudur. Her siyasi oluşum, kendi varlık alanını genişletme ve elde edilen kazançları paylaşma amacı gütmektedir.
Masada kimlerin olduğu değişkenlik gösterebilir. Masadaki kavga dışarda kalanları da zora sokabilir. Ama görünen o ki masanın sahibi her halükârda keyfe keder yaşamaktadır. Gerçek vatansever olanın kapının eşiğine dahi gelemediği gerçeğini iki dakikalık ajans haberiyle görmek de bu ülkenin kaderi gibidir. Vatanseverleri ziyafete çağırmadılar. Dahası, onlar masayı da hiçbir zaman görmediler. İçeri girenler-çıkanlar oldu. Belki kahkaha seslerini işittiler. Sonra bir sessizlik… Vatanseverliği bir sessizlik ideolojisi olarak yeniden düşünmenin önem arz ettiği zamanlardayız.