“Gazze’nin yasını tutamıyoruz biz. Gazze’deki insanları yas tutulabilir bir seviyede görmüyoruz.” Bu cümleler Yaylagül Ceran Karataş’a ait. Hoca bu cümleleri 11 Aralık 2024’te sarf etti.* İlk anda beynimin içine kaldıramayacağım bir ağırlığın bırakıverildiğini hissettim. Rahatsız oldum, acı duydum. Hani insanın asla yüzleşmek istemediği, kendisini kandırdığı, kendi zihnini ve duygularını manipüle ettiği bir nokta vardır da orayı özenle sakınır ya, camdan bir sığınaktır o nokta ve gelen ilk taşta yerle yeksan olur; işte bu cümle tam da sırça köşkümün üzerine -taş değil- bir gülle bıraktı.
Halbuki bugün sevinçliyim. Dün bir nebze olsun rahat bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Aylar sonra, her gün her mecrada onlarca insanın kan revan içindeki hallerini ve paramparça bedenlerini gördükten sonra, Filistin’deki ateşkes sevincine şahitlik etmek derin bir nefes aldırdı. Şarkılar söyleyen ve heyecanla oynayan çocukların gülüşünü gördüm. Düşüncelerime hâkim olamadım. Acaba bu çocuklardan kaçı bir sonraki saati, bir sonraki günü, bir sonraki haftayı ve yılı görebilecek düşüncesi sevincime dakikasında bir perde indirdi.
Bu perdeye sevincimi kurban etmedim. “Abim şehit oldu, elhamdülillah” diyen sesteki samimiyetin ve kararlılığın gözümdeki, kalbimdeki, dilimdeki perdeleri kaldırıp atan -acı da verse- ateşleyici gücüne dayandım. Sevinmeliyim. Dünya, beklenen bir haberi ilk olarak Trump’tan işittiğimiz bir yer olsa da. Haberlerde geçen cümle şu: “Üç aşamalı anlaşmaya göre 2000 Filistinli mahkûm ve 34 İsrailli rehine serbest kalacak.” Sanıyorum “Gazze’nin yasını tutamıyoruz biz. Gazze’deki insanları yas tutulabilir bir seviyede görmüyoruz.” cümlelerini ateşkes haberlerine uyandığımız bugün, yani 16 Ocak 2025’te bana hatırlatan tam da bu cümle oldu.
Kelimeler ve müphemlik -belki de metafor demeliyim- arasındaki bağa karşı sayılar ile kesinlik arasındaki bağ sığınak kılınagelmiştir. Sayılar bu anlamıyla kesinlik arayan aklın melcesidir. Fakat bu cümle, gözümde, bu sığınağı da imha ediyor. Bu cümle, “yası tutulabilir olan insanlar”la “yası tutulabilir olmayan insanlar” arasındaki farkı ifşa eden bir cümle. Bu, insanı sevinmeye icbar eden bir yeni şiddet pratiği. Muhatapları için, yas tutamamanın utancını tahkir eden bir dille sevince tahvil etme imkânı içeriyor. Bunu da açıkça değil, ışıltıların tekinsiz karaltılara karıştığı bir atmosferde, tutunulacak dalı diğerinden ayırt etmenin neredeyse imkânsız olduğu bir vasatta yapıyor. Burada, kesin olan tek şey kayıplarımız.
Belki de yas tutma adabı geliştiremediğimiz için “ya da her yer Gazze olacak” Türkiye’de sadece bir tehdit cümlesi olabiliyor ve lağım çukurundan farkı olmayan ağızlardan dökülebiliyor. Evet, bugün, yası tutulamayan ölümlerin var olması, her yeri Gazze olmaktan kurtarıyor. Halbuki, yas tutma ve mamur hale gelme arasında bir doğru orantı kurabiliriz. Çünkü gerçekten yas tutabilir hale geldiğimiz gün Gazze’nin burayı da mamur kılacağını düşünüyorum.
“Gazze’nin yasını tutamıyoruz biz. Gazze’deki insanları yas tutulabilir bir seviyede görmüyoruz.” cümleleri bana son gerçek yasımı annemi kaybettikten sonra tutabildiğimi de fark ettirdi. Annemin vefatından çok sonra hıçkıra hıçkıra ağlayabilmiştim. Rüyalarımdan yırtınırcasına ağlayarak uyandığım fakat uyanınca ellerimi gözlerime götürüp hayretle bir damla göz yaşı dahi olmadığını fark ettiğim nice geceyi annemin vefatının ardından değil, zaman geçtikçe yaşadım. Diyorum belki Filistin’de vefat eden insanların yasını tutmak da belli açılardan imkân belli açılardan nasip meselesi. Yas tutmak, elimizden gelen, kaybettiğimizi ve sahip olduğumuzu fark ettiren, dahası bizi değerlendiren bir şey olsa gerek.
* Programı izlemek için tıklayın.