Refik Halid Karay dilde köken tartışması üzerinden radikal tasfiyeciliğe yönelenlere 1946’da bir uyarıda bulunur: “Çocuklarımızı Hüseyin Rahmi’yi bile okumak için ayrı bir filoloji tahsili görmek zorunda bırakacak kadar ölçüsüz, cezbeli ayıklamalar yüzünden az sonra elde sadece lisanın koçanı kalabilir.” Karay cümlesini, kalabilir diyerek, ihtiyat kipinde tamamlamış. Bugün lisanın koçanından söz edilse, “lisan nedir?”, “koçan ne işe yarar?” diye soracak lise ve hatta üniversite öğrencisi sayısının zannetiğimizden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Karay öncesinde, 1941’de şu satırları kaleme almış: “Dil devrimini sadece Arapça kelimelere karşılık bulmak manasına alanlar yanılıyorlar. İstediğimiz şudur: Osmanlıcanın züğürtleştirdiği ve yabancılaştırdığı Türkçemizi kendi malımızla zenginleştirmek, zenginliğini dünyaya anlatmak ve özleştirmek!” Bu cümlelerde dikkati çeken “Türkçemizi kendi malımızla zengileştirmek” vurgusu. Burada mesele “kendi malımız”ın ne olduğu sorusuna geliyor. (Refik Halid de “kendi malımız”ın ne olduğu hususunda, bir diyet ödercesine, “ulu şefler”in dilin doğasına aykırı müdahalelerine, belli noktalarda eleştiriler getirse de, birçok eyyamcı yazar gibi günün sonunda alkış tutar.) Bu soru ise bizi bir dil tartışmasının ötesine taşır. Türkiye’de hemen her konunun o konu sınırlarında kalınarak neden çözülemeyeceğini de gösterir bu sınır aşımı.
Cumhuriyet’in yolu “biz neyiz”den çok “biz ne değiliz” sorusunun rehberliğinde şekillenmiştir. Var olma biçiminden, istenilen tarzda dünyalığın elde edilemediği bir dili, kıyafetleri, kurumları çürüyen taraflarından da değil, hassaten en canlı yerlerinden tutup kazıya kazıya sökmek birçok şey hasıl etmiştir belki, ama sıhhati değil. Cumhuriyet’in yüzüncü yılını geride bırakmışken tekrar ve tekrar fark ediyoruz ki sıhhatli değiliz. Aksine aynı sorunları bazen aynı şekilde bazen de yeni tezahürleri içerisinde karşımızda buluyoruz. Yanlış tohumlar yanlış topraklara ekildi. Sonuç olarak günümüz günümüzü, dilimiz dilimizi bugün de tutmuyor. Sınırlarımız ifrazat içindeki uzuvlar gibi. Yasalarımız pul pul dökülüyor. Kurumlarımız dikiş tutmuyor. Dikiş tutan yerleri ise tutmayan yerlerinden daha vahim durumda.
Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelere karşı gösterilen radikal tasfiyeci yaklaşımların temelindeki bir dil hassasiyeti değildi. Arapça ve Farsçayı, İslam düşünce havzasını Türkçeye taşıyan damar olarak düşünmek mümkün. Kur’an dili olarak Arapça, Cumhuriyet’i Batıcı devrimlere muvafık bir şekilde dilsizleştirmek isteyen akıl için bir bakıma ifsadın kaynağı olarak anlaşıldı. Bu, ne sadelik ne de estetik arayıştı, Türkçenin toprağının radikal bir dilsizleştirme politikasına sürülmesiydi. Nesillere yayılan bir yeni kültüre alıştırma müfredatı da denilebilir. Dil, aşinalığın kapısıdır. İnsan aşina olduğunu sever. Farklı gerekçelerin arkasında Türkçenin yolu Kur’an dilinden peyder pey ayrıldı. Dolayısıyla Kur’an’ın Türkçesinin de kıblesi değiştirilmiş oldu.
Kıblesi değişen Türkçenin politik grameri de değişmek zorundaydı. Son yıllarda çok sayıda “Arapça tabelalar indirildi” veya “Kürtçe trafik yazıları silindi” haberlerine şahitlik etmemiz bu bakımdan şaşırtıcı gelişmeler değil. Bu, tam da Türkçenin politik gramerine yapılan erken müdahalelerin bir sonucu. Bu gramer İngilizceye, Fransızcaya veya başka bir Batı menşeli dile karşı değil zabıta eşliğinde müdahale, zihnen dahi bir korumacı refleks göstermiyor. Bilakis, bu hususta bir açıklık var. Yabancı dil eğitimindeki kompleks, yabancı dilde tez ve eser vermeyi daha yüksek bir yere koymak, tipik sömürge insanı teşneliği içinde akıcı bir şekilde yabancı dilde konuşabilmek arzusunun ne oranda tavan yaptığını anlamak için şöyle etrafınıza bir bakıvermeniz yeterli. Mezkûr gramer, Türkçeden yüz çeviren bir aklın ürünü olması dolayısıyla gücünü ve iddiasını evvela kendi bünyesinde sonra da kendi varlık havzasının dilleri üzerinde sınıyor.
Bugün elimizdeki dil, teşhisi kısmî hastalıklarımızın mevcut durumunu tahlil etmekten ziyade saf zihnî vehim ve hınçlarla koyan cerrahların elinde lime lime edilmiş bir sözlükten fazlası değil. Ne düşüncemizin ne de siyasetimizin sorunları bu husustan berî. Türkçeye yine de koçanı dağıtılmış bir dil demeye dilim varmaz ama Türkçe doğrudan koçanına kastedilmiş bir dildir. Dilin tanzimine memur edilen kurumlar da bu kastın istikrarını temin etmenin ötesine geçememişlerdir. Sorunumuz dün olduğu gibi bugün de Türkçe sorunudur.
*
Güne çok acı bir haberle uyandık. Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Yakınlarını Rahmet-i Rahman’a yolcu eden tüm ailelere de rabbimden sabır niyaz ediyorum.