Bayram Zıvalı, Fatih Memiş’in sorularını cevapladı.


Şiir belki bizim gibilere belli bir kazanç sağlamıyor ama daha önemlisi paranın satın alamayacağı kıymetli dostluklar kazandırıyor. Senin de bu konuda farklı düşündüğünü sanmıyorum. Ben daha öncesinde senden dinlemiştim ancak okurlar için de tazelemekte fayda var. Senin şiire dair ilk anıların nelerdi? Nasıl buldun kendini bu dünyanın içinde?

Eyvallah Fatih, şiirin bahşettiği kıymetli dostlarımdan birisin. İkimiz de şiirlerimizin doğuşlarına tanıklık ettik, birbirimizin şiirlerini ilk okuyanlardık, hala da öyleyiz çok şükür. Bu çok değerli bir şey kendi adıma. Ve evet dediğin gibi biz birbirimizin şiir serüvenini biliyoruz ama yine kendimce bir anlatayım.
Üniversite yıllarında şiirle gerçek anlamda haşır neşir olmaya başladım (üniversitenin bir işe yaramış olduğuna seviniyorum, yoksa zaman kaybı olacaktı). Sanırım 2012 yılıydı. O zamana kadar pek de iyi kitaplar okuduğum söylenemez; hatta bir elin parmaklarını geçmez. Ama ilginçtir kitaplarla aramda hep bir muhabbet vardı. Mesela henüz daha okumayı yeni yeni söktüğüm yaşlardan itibaren o zamanlar ancak beş on sayfasını okuyabildiğim ve o sayfalardaki onca kelimeye rağmen hiçbir şey anlayamadığım kitaplarla tanışıklığım olmuştu. Çok sonraları farkına vardım ki onlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı kalın kalın klasik eselerlerdi. Onların her birinin bir haftalık bir süre de olsa benimle köydeki evime gelmelerini, geceleri onlara bakarak uyuyakalışımı hiç unutamam. Ama daha sonraları özellikle öğretmenlerimizin misyonsuzluğundan dolayı (bunu çok üzülerek söylüyorum) kitaplarla sıkı bir bağ kuramadım. Mehmet Akif’ten başka şair İstiklal Marşı’ndan başka şiir bilmeden nice yıllar harcamış oldum. Ama bunun yanında Karadeniz Halk Şiiri geleneğiyle büyüdüm diyebilirim. Özellikle rahmetli babaannemin bildiği manileri, atma türküleri hem şiir gibi hem de ezgileriyle onun ağzından küçüklükten beri dinlemiştim. Aynı şekilde rahmetli dedemden de. Babamın Karadeniz müziğini icra eden biri olması da bana çok şey kattı diyebilirim. Özellikle kemençenin hatta zurnanın bazen coşkulu bazen lirik ezgileri içimde müziğin ve ritmin çeşitlenmesine sebep oldu diyebilirim. Ve tabii Karadeniz’in o güzelim dağları, sessizlik, yalnızlık, hoyratlık, coşkunluk belki aksilik ve de asilik. Çepniyim ne de olsa o sebepten Zıvalı soyadım.
Şiir yazma başlangıcıma tekrar dönecek olursak bahsettiğim üniversite yıllarına biraz daha detaylı bakmalıyız. İyi bir okuyucu olma serüvenim “Çile” ile başladı diyebilirim. O dönem Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Attila İlhan, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ahmet Arif okumalarım çok yoğundu. Okumaya fırsat bulayım ya da bulmayayım yanımda en az bir kitapla dolaşmayı çok seviyor kendimi farklı hissediyordum -Bu bende alışkanlığa dönüştü diyebilirim artık-. Dergilerin yeni sayılarını sabırsızlıkla bekler ve elde eder etmez hemen şiirlerden okumaya başlardım. Kütüphanelerde ve kitapçılarda saatler geçirmeyi çok seviyordum. Şiir kitaplarının yanında felsefe, psikoloji hatta mantık kitaplarını da okumayı gerekli buluyordum. Tabii anlattığım gibi sürekli iyi kitaplar okuyor değildim. İyi kitap sanıp saçma sapan kitaplar okumuşluğum da az değil. Her yıl defter dolusu şiirler- aslında şiirimsi şeyler desek daha doğru olur- yazıyor ve her yılın sonunda o defteri ya yakıyor ya da akşam saatlerimi geçirdiğim Giresun’un sahilinden Karadeniz’in sularına atıyordum. Bu bana her yıl daha iyi yazma endişesi ve yazdıklarımı beğenmeme olarak yansıdı. Üniversiteyi bu şairsellik içinde bitirdim. Saçma sapan bir formasyon eğitiminden geçtim ama öğretmenlik yapmayı hiç düşünmedim. Şiire 3 yıllık bir aşinalığım vardı ve ben nasıl olsa yeni edebiyatı bizzat okuyup biliyorum diye bizim kadim şiir geleneğimiz olan Divan şiirini merak ettim. Yüksek lisans ile bu şiiri daha detaylı öğrenerek kendi şiirimi daha da geliştirebilecektim. Ama o öyle olmadı pek. Akademinin şiir ile, sanat ile uzaktan yakından alakasının olmadığını, kara kuru bilgilerin ezberlerle ya da bir takım basma kalıplarla bizlere aktarılmaya çalışıldığını gördüm. Divan şiiri üzerine öğrendiklerim tamamen kendi çabam ile mümkün oldu. O dönemlerde de akademinin baskısına rağmen şiiri asla merkezimden çıkarmadım. İsmet Özel’le birebir o dönemde tanıştım. Kitaplarını okumaya gayret gösterdim. Yazdıklarımı hep yayımlatma uğraşındaydım. Birçok başarısız girişimim oldu. Giresun’da birkaç şair vardı onlarla muhabbet kurmaya özen gösterdim. Biri Orhan Tepebaş’tı, diğeri Mehmet Türkmen. Orhan hocayla tanıştığımda seninle de tanışmıştım. Sen de yüksek lisansa başlamıştın. Hatem hoca beni görür görmez senden bahsetmiş ve seni bulup bak Fatih de şair demişti. Ayaküstü bir muhabbet etmiş ve yeni yayımlanan şiirini okumak üzere tarihi Millet Bahçesi’ne gitmiştik. O şiirini hâlâ net hatırlıyorum. Yedi İklim’deydi. Aslında sen bayağıdır orda yayımlıyordun. Ben de senden cesaret bularak Yedi İklim’e şiirler göndermeye başlamıştım. Bu muhabbetimizi genişletip Orhan Hoca’yla, Mustafa Hoca’yla, Hakkı Hoca’yla ve kaptanımız ile pek çok güzel verimli vakit geçirdik. Nerdeyse her gün Millet Bahçesi’nde toplanıp sanat edebiyat üzerine harika muhabbetler ederdik. Ben şahsen dinleyiciydim. Ne harika şiirler, kitaplar okumuş, ne muhteşem filmler izlemiş ne eşsiz müziklerle haşır neşir olmuştum o dönem bu ortamdaki büyüklerimiz sayesinde. Ve şunu açıkça söylemekten çekinmiyorum: benim şiirlerim o ortam ile birkaç seviye birden atladı ve dergilerde yayımlanacak seviyeye geldi. Özellikle bu tanışıklık ve muhabbet içinde okuma ve izlemeler neticesinde yazdığım şiirler ortamımızda beğenildi. Kendimi gerçekten çok mutlu hissettiğim eşsiz anlardandı. Bu şiirlerden biri özellikle Orhan Hoca’nın teşviki ile dönemin en önde gelen edebiyat dergilerinden olan İtibar’da yayımlandı (Nisan 2016). (O dönem dostum Abdurrahman Abıka ile Kırık Ayna adında fanzin de çıkarıyorduk.) Bu şiirin yayımlanışını ve İbrahim Tenekeci’nin beni arayarak şiirimi övmesini hiç unutamam. Heyecandan pek bir şey diyememiştim. Ondan sonra İbrahim Tenekeci’ye şiirlerimi gönderip, İtibar dergisinde yayımlamaya devam ettim. 10-11 şiirim orda yayımlandı. Daha sonraları Dergâh, Şarki, Yedi İklim ve Edebiyat Ortamı gibi dergilerde şiirlerim yayımlandı. 2016’nın Kasım ayı sonlarına doğru Almanya’ya geldim. Almanya’ya gelişimden sonra Dergâh, Şarki ve yine İtibar dergilerinde yazdım ama çoğu dergiye ulaşamadım. Önceden hevesini kurduğum yayımlanmış şiirlerimden oluşan dergi arşivim bu sebepten olmadı. Şimdi sağ olsunlar Mahalle mektebi ve Aydos dergisinde eser yayımlayayım yayımlamayayım bana dergiyi PDF olarak sıcağı sıcağına yolluyorlar (dostluktan konu açmıştık, şu iki kıymetli insanın isimlerini anayım: Ulvi Kubilay Dündar, Sıddık Uçar. Ama tabii PDF dergiler matbunun yerini tutmuyor. Türkiye’ye gittiğimde umarım toplu olarak onlara ulaşabilirim. Şiir yolculuğum devam ettikçe çok güzel insanlarla dostluk kurmak nasip oluyor. Bu saydığım isimlerden hariç anmadan geçemeyeceğim Serkan Türk’ün Mehmet Tepe’nin, Ahmet Menteş’in kıymetleri çok fazladır.
Sözü çok uzattım belki de konudan konuya atladım bilmiyorum ama gurbette insan anılara çok fazla gidebiliyor, güzel şeylerden bahsetmek istiyor, bunları anlatmak iyi geldi.

Uzun zamandır dergilerde şiir yayımlıyorsun. Şiire verdiğin emeğe şahit birisi olarak sormak istiyorum. İlk kitabın için hazırlıklar nasıl gidiyor? Yakın zamanda kitabını raflarda görebilecek miyiz yoksa daha vakit var mı?

Bilmiyorum dostum. Şiir kitabımın çıkması için yanıp tutuşuyordum ama şimdi pek de umurumda değil. Şiir yazmayı çok önemsiyorum. İyi kitaplar okumayı önemsiyorum. Yaşamayı önemsiyorum. Tüm zamansızlığımla bile iyi şeyler ortaya koymayı çok önemsiyorum. Evet, kitap dosyam oluştu. Birkaç yayınevi ile de muhabbetteyiz ama henüz bir karar vermiş değilim. Bunda yayınevlerinin ve editörlerin payı da büyük. Bunca yılın ve emeğin birikimi olan kitabımı büyük bir sevinçle basmaları gerektiğini düşlüyorum. Nedense biraz tuhafım bu konuda. Şiirime ve genel olarak şiire yeteri kadar değer verilmediği düşüncesi beni çıldırtabiliyor. Kitap konusunda acele etmiyorum –kitabı olan değil, iyi şiiri olan şair olmak istiyorum- ama ümit ediyorum ki bu sene şiir kitabım okuyucusuyla buluşacak. Bunun yanında başka kitap çalışmalarım da var şiir dışında. Tamamlandığında ses getireceklerinden yine tuhaf bir şekilde eminim.
Sana göre şiir hayatımızda hangi ihtiyacımızı karşılıyor? Ya da şöyle sorayım: Şiir olmasa hayatımızdan ne eksilirdi?
Buna şahsi olarak cevap verebilirim. Şiir benim hayatımın anlam ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Yani şiir olmasaydı hayatımın pek de bir anlamı olacağını sanmıyorum. Buna insanlar saplantı, takıntı vs. diyebilirler ama ben artık şiirsiz bir hayatın mümkün olabileceğine inanmıyorum. Ve hayatımı da bu doğrultuda şekillendiriyorum. Bundan dolayı çok güzel dostlarım var. Hiç buluşmadığım insanlarla kardeşlikten öte bir bağ kurmak şiirden değil de neyden?
Öte yandan şiir bana bir duruş kazandırıyor, bir bakış sağlıyor. Bana bir yer veriyor. Benim ne olduğumu bana sürekli hatırlatan şiirin kendisidir. Şiirden uzak insanlarda bu ‘ne olma durumu’nun ne büyük saçmalıklarla sarmalanmış hatta dolu olduğunu hepimiz tecrübe edebiliriz. İnsan ‘şiiri’ni içerisinde muhafaza ettiği sürece ve ondan beslendiği sürece insandır. Bunlara ek olarak son söz Hölderlin’in olsun:
“bu yeryüzünde insanoğlu şairane mukimdir”

Günümüz şiiri hakkındaki düşüncelerin nelerdir, içinde bulunduğumuz şiir ortamını nasıl değerlendirebilirsin?

Çok şair var dostum. Bu kadarı da fazla diyeceğim kadar çok. Aslında bunların çoğu şair de değiller. Şiir yazdıklarını sanan belki de umurlarında da olmayan insan kümesi. Bu sebepten içinde bulunduğumuz şiir ortamını bu insanları dışlayarak değerlendireyim. Senin de içinde olduğun samimi bir grubumuz var. Bu isimleri özellikle zikretmek istiyorum çünkü hepsi iyi şairler: Muhammet Emin Metin, Durmuş Ongun, Zeki Altın, Osman Hasdemir, Yunus Karadağ, Enes Talha Tüfekçi ve sen. Hepimiz çok farklı dünyaların insanlarıyız aslında, şiirlerimiz farklı, yayımladığımız dergiler farklı ama önem verdiğimiz en önemli şey ‘iyi şiir’ endişesi. Bu iyi şiir bizi bir arada tutan çok önemli bir durum. Bu arada şiirlerini takip ettiğim diğer birkaç şair ismi de vermek isterim: Bayram Tayyip Yaslıca (genç bir kardeşimiz), Evliya Çelik (bu aralar ne yazık ki gözükmüyor pek), Oğulcan Kütük.
Muhabbetini de ettiğimiz üzere gerçekten kötü şiirler yayımlanabiliyor çok iyi dediğimiz dergilerde. Hatta şunu açıklıkla söyleyeyim iyi şiire denk gelmek artık çok güçleşti. Şiir yazanlar popülerite uğruna saçma sapan laflar etmekten, klişe ve taklitten başka bir şey olmayan dizeler kurmaktan çekinmiyorlar. İyi şiir endişesi bizim grubumuzda muhafaza edildiği kadar diğer şiir ortamlarında korunmuyor. Şairim diyen ortaya çıkıp bağırıyor, oraya buraya saldırıyor, boyundan büyük laflar ediyor ama yazdığı bir pire bile etmiyor. Şiir ve sanat bunlardan öcünü alacaktır er ya da geç. Bizim iyi şiir adına yapmamız gereken tüm bu gereksizlerden kurtulup şiirimize emek vermeye devam etmemiz. Saçmalıklarla kaybedecek vaktimiz yok.

Bir dönem eski Türk edebiyatı alanında yüksek lisans eğitimine devam ettin. İyi bildiğin üzere köklü bir şiir geçmişine sahibiz. Kendi şiirine baktığında eski şiirimizden ne derece beslendiğini merak ediyorum.

Bunu ben de merak ediyorum. Ama somut bir şeyler söylemem çok zor diye düşünüyorum. Yine de diyebilirim ki divan şiirinin matematiğini, alt yapısındaki kaynakları şiirimde bazen hissediyor olabiliriz. Ama bu aslında şiire has bir yansıma olacaktır. Divan şiiri de bir şiirdi sonuçta ve ben onun en çok lirik yönüne eğildim. Diğer şair dostlarımın şiirlerim üzerine dediği naif, zarif bir söyleyiş onun da neticelerinden biri olabilir.
Ayrıca yine belirteyim; Yüksek lisansın zaman ve dönem olarak şiirime katkısı oldu çünkü şiir üzerine işçilik yaptığım çokça zamana sahiptim ama anlam ya da derslerdeki yarar olarak nerdeyse hiçbir katkısını görmedim. Olsa olsa Divan şiiri üzerine kendi okumalarım ve çıkarımlarımdan bir fayda görmüşümdür. Akademiye saygı duyduğum pek söylenemez. Hatta saçmalık olarak da tanımlayabilirim. Bu sebepten yüksek lisans tezimi yazmayı reddettim. Zaman kaybından başka bir şey olacağını düşünmüyordum. Onun yerine Almanca öğrenmeye gayret gösterdim. İyi de etmişim. (Parantez açıp şunları ifade etmeliyim: yüksek lisans dönemimde sen de dahil olmak üzere çok harika insanlarla muhabbet kurmuş oldum. Hocalarımı hala saygıyla anıyorum. Akademiye eleştirim genel. Zaten bilinen ama bir türlü halledilemeyen meselelerden dolayı akademiye saygı duyamıyorum. Özellikle üniversitelerimiz gerçekten ilim, irfan yuvası olmadıkça bu anlayışıma devam edeceğim.)

Türk şiirinin yanında dünya şiirine de ilgi duyuyorsun. Bu anlamda dergilerde çeviri şiirler de yayımlamaktasın? Sence neden çeviri şiirler okumalıyız? Orada başka bir dünya var mı?

Dostum çevirilerin önemini burada anlatmaya gerek yok. Hepimiz bunun ne denli önemli olduğunu çok net biliyoruz. Okumadan, öğrenmeden harika şeylerin olacağına inanmıyorum. Çeviri şiir öncelikle benim için çok önemli çünkü bu sayede Alman edebiyatı ile daha içli dışlı olma imkanı yakalıyorum. Şiirler üzerine düşünmeyi, onların dünyalarında yaşamayı önemsiyorum. Bu benim şairliğime de olumlu etki sağlıyor. Beni etkileyen şeyleri insanlara yansıtmak için çeviri uğraşlarını sürdürüyorum. Bunun yanında farklı diller bilen arkadaşlarım var ve onlardan da faydalanıyorum. Almanca’nın yanında bir şiiri Fransızca’dan, İngilizce’den Türkçe’ye dönüşmüş olarak okumak çok heyecanlandırıyor beni üstelik bir de çeviriler aslından bile güzel olunca ne denli güzel bir şey yaptığımızı anlıyorum. Mesela ben çevirisini yaptığım şiirler üzerine yazılar da yazacağım ve şiirleri yazılarla yayımlayacağım. Beni heyecanlandıran bir çalışma bu.
Neden çeviri şiir okuyalım meselesine şöyle cevap vereyim en kestirmeden: Rilke okurken, Celan okurken, Rimbaud okurken, Ezra Pound, Mistral, Mahmut Derviş, Füruğ Ferruhzad ve daha nice yabancı şairleri okurken hissettiğimiz dünya ne eşsizdir değil mi? İşte bu sebepten çeviri şiir. Orada başka bir dünya var mı soruna da Freud’un çok yerinde bulduğum şu sözü ile cevap vereyim: “şairlerin öylesine uğradığı her yere ben ancak büyük zorluklarla ulaşabilmiştim.” Bu söz her şeyi netleştiriyor. Şairlerin öylesine uğradığı dünyalar bile ne büyük bir şeydir. Tabii bu dünyaları bizlere çeviri ile gösteren çevirmenler de çok önemli. Emek verdikleri sürece iyi ya da kötü her çevirmene (son derece) saygı göstermek gerekli diye düşünüyorum. Umarım çevirmenlerimiz çoğalır ve başka dünyalar ile etkileşimimiz çok daha kuvvetlenebilir. Buna insanlığın ihtiyacı var.

Hayatını Almanya’da sürdürüyor olman şiirsel anlamda seni nasıl etkiledi? Belli bir kazanımdan söz edebilir miyiz?

Almanya’da beşinci yılıma yaklaştım. Şiirimin gelişim döneminde burada olmak bana elbette çok şey kazandırdı. Dil meselesine daha çok eğilmeme sebep oldu. İki dilde de okumalar yapmaya çalışmak, sokağa çıkınca dünyanın her ülkesinden insanlarla karşılaşmak, onlarla etkileşimde bulunmak harika bir şey. Şiirimi bu kanaldan dönüştürmenin yollarını arıyorum mesela bu aralar.
Ama bunun yanında Türkiye’de olmamak diye de bir durum var. En basitinden bazen evimde bile Türkçe ile yaşamıyorum. Türkiye’deki o şiiri burada bulmam mümkün değil. Bu bakımdan kaybettiğim şeyler de az değil. Ama dediğim gibi şiirimi yeni bir kanaldan devam ettirmek istiyorum bu üst bir basamak olacak benim için ve belki de Bayram Zıvalı şiiri deyince akla gelecek en önemli şey olacak. Umarım bunu başarabilirim.

Hangi şiirle bitirmek istersin?

Bitecekse bu şiirle bitsin:

Nathanael

denizlere ve adalara inancım var
inancım var endülüs’ten kalmış
sularla ve güllerle donanmış o bahçelere

nathanael, şimdi o bahçelerde
kadim bir sessizliğin dili vardır
yanlış ayakların dolaştığı camilerin,
uzaktan uzağa ezan seslerini
duyduğu anlar gibi
benim de hüznüm dinmiş bir coşkudur
(başka bir şey değil)

kıyıların doyumsuz olduğunu okumak yetmez bana
çıplak ayaklarım bunu duysun isterim
nasıl ki, kartalı sarhoş eden uçuşudur
bülbülü yaz geceleri
yani geleceksen içindeki
bütün kitapları yak nathanael
ardından tüm bunları anlatacak bir türkü

ah nathanael
sarmaşıktan bir taç taktılar
ve alnımın kaygıları örtüldü
dediler ki görmeyeceksin bir daha
o mahzun ve kaygılı günleri
bedenimde ağır
apağır günahlar türedi

oysa ben nathanael
hazır sevinçleri sevmem
hazır sevişmeleri de
salkımların bıraktığı lekeleri ağzımdan
silmedim seni şehvetle öperken

her şeyi yaratana da inancım var nathanael
sana da öğreteceğim yaşayarak bunları
tadarak dünyanın tüm nimetlerini
inanmayarak artık olabileceğine günahın
öyle ki son nefesinde bile
anarak o nimetleri ve anlayarak:

hayat, güçlüsün ölümden
hayat güçlüsün, ölümden

Yazar Hakkında

HAZIRKITA, bir odağa yaslanmaksızın ve verili politik-poetik angajmanlara dâhil olmaksızın konuşabilme ihtiyacına binaen 2017’de yayın hayatına başladı. Türk ve dünya edebiyatının seçkin ve özgün örneklerine yer verme, nitelikli kültür-sanat yayıncılığı yapma ve bağımsız bir tartışma platformu oluşturma ilkesiyle yayın hayatını sürdürüyor.

Yorum yaz