15

Anasınıfı yıllarından hatırlıyorum. Anasınıfı öğretmenimin çocuğu, Çağdaş adlı bir arkadaş vardı. Kendisinden iliklerime kadar tiksiniyordum. Köyün tek geçiş yoluna pusu atmış bir zamane eşkıyası gibi okuldaki her bir günümü tedirgin geçirmeme sebep olan hal ve hareketleri vardı. Ayrıcalıklı gibiydi. Annesinin kendisini kayırdığını hatırlamıyorum ama bunun bir önemi yok. Çünkü o özel bir kayırmaya ihtiyaç duymaksızın annesinin öğretmenimiz oluşundan gerekli gücü devşirebiliyordu. Mesela sınıftaki tek farklı renkteki sandalyeye, bir sürü hırgür çıksa ve kapışmaca yaşansa da, o mor sandalyeye çoğunlukla Çağdaş otururdu. Canımı o kadar yakmış, o kadar sıkmış olmalı ki Doğanhisar’dan Konya’ya gittiğimde dedem bile bana “Çağdaş seni dövüyor mu?” diye takılır, ara ara kızdırırdı. Ben yaşça sınıftakilerden küçük olmanın da verdiği çekingenlikle Çağdaş’a karşı koyamazdım.

Sonra bir şey oldu.

Bir üst sınıfa geçtik. Geçen sürede hava da su da bana yaramış olmalı ki, yere sağlam basmaya başlamıştım. Ne olduysa olmuş, kendime güvenim gelmişti. Çağdaş zaten hep mi öyleydi, yoksa bana yarayan zaman ondan alıp götürmüş müydü bilmem, bir çelimsiz, bir güvensiz, bir tırsaktı ki o yaşta o kadar olur. Hani “hö” deyince iki metre geriye zıplayangillerden. Ya dört ya da beşinci sınıfta Çağdaş ve ailesi taşınıp gidene kadar, belirli aralıklarla muntazaman Çağdaş’ı dövdüm. Resmen emek verdim, özel ihtimam gösterdim. Ana sınıfında bir karabasan gibi sınıfın üstüne çöken hal ve tavırlarının acısını peyderpey çıkarttım. Ama annesi, ama daha sonraki sınıf öğretmenimiz bu hususta, kendisi de bir öğretmen olan babamı, defalarca okula çağırdı. Babam beni yapmamam gerekenler konusunda uyarmış olsa da, yapmam gerektiğini bildiklerim beni Çağdaş’ı ığşalamaktan alıkoymadı.

Çağdaş, hiçbir ortak değerimin olmadığı insanların da var olduğunu bana gösteren erken bir işaret fişeğiydi.

16

Bir Ronaldinho vardı. Bizim kuşağın gözünü futbola açan erken bir ağustos böceği. Ağustos böceği çünkü aheste ve avare bir edayla oynardı. Kimi zaman sihirbaz kimi zaman top cambazı oldu. Oyun bilgisi, saha görüşü sanki sahadaki diğer yirmi bir oyuncunun dünyasının sorunlarından büsbütün münezzehti de sahada ara ara zuhur edip maçın seyrine etki edecek birkaç dokunuşla yetiniyor gibiydi. Bugün oynasaydı muhtemelen sistem oyunlarının, her santimetrekaresi için bin hesap yapılan futbolun ulemasının çarmıhına her maç sonrasında ayrı ayrı gerilirdi. Ronaldinho, futbolendüstrisinin-ambalajlariçindekoruyupkolladığı-kırılmadıkrekorbırakmamayaazmedengillerden olmayan bir haylaz çocuk. Ne yaptıysa, neyi başardıysa, maça ısrar üzerine giren, sokaktaki herkesi ipe dizen, hiç görülmedik hareketleri büyük bir kolaylıkla yapıveren, sonra da maçın bitmesini beklemeden alelacele bir başka serseriliğe yelken açan bıçkın bir mahalle abisi gibi yaptı.

Mahalle abilerine meftundur çocuklar.

17

Farkı konuşmak çağımızın yazgısı. Klasik temsil teorilerinin tahakküm içeren yapıları bir metafizik metastaz biçimi olarak nihilizmin gayya kuyularına yuvarlandıkça felsefe de siyaset de hayat da insanı farkın huzuruna getirdi. Hakikat isteminin, sesini yüzyıllar boyu ikincilleştirdiği ne varsa, rüzgârı arkasına almış önüne gelen her şeyi yara yıka, devire döke dört nala koşuyor. Farkın haklılık içeren varlık talebi; farkın varlığa, hakka, talebe ve üzerinde ikamet edebileceği iki avuç bir düz alana bile imkân vermeyen özü sebebiyle bir tür cevapsız kalmaya mahkûm çağrı gibi. Taraftarı çok olsa da muhibbanı yok. Farkın arzusu, logos’un temsil biçimlerinden daha az özcü değil.

18

Sünni-Türk, kimilerine göre, Türkiye’nin makbul çocuğu. Bana kalırsa, mana düzeyinde itlaf, madde düzeyinde iğfal edilmiş bir safkan öteki. Ankara patentli “Kürt Sorunu”, “Alevi Sorunu” gibi başlıklar bu ötekinin saf kanı üzerinde yapılan sözde iyileştirmelerin hastalıklarıyla malül. Sünni-Türk’ün kedine, varlığa ötekileştirilmesi, ötekilerin Sünni-Türkleştirilmesinden daha az trajedi içermiyor. Bilakis suyun bulandığı yere işaret etmesi bakımından daha önemli olduğunu düşünüyorum. Sünni-Türk, çağının ideolojileri lehine kendi makamından yüz çevirecek kıvama geldikçe, kurtların suyu bulandırarak dere kenarındaki kuzulara haramilik edecek kadro ihtiyaçlarını karşılamada öncelikli tercihleri oldular. Şairin dediği gibi, neler yapmadık şu vatan için!

Önceki bölümü okumak için tıklayın.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

1 Yorum

  1. Pingback: Not Defteri [19-21]

Yorum yaz