Sadakat Güzergâhı’nda Ahmet Çiğdem, Cemil Meriç’i “kavramın bütün imalarıyla” homo sentetiousus olarak işaretliyor ve bunun sebebini de şu şekilde açıklıyor: “Tumturaklı laflar, hakîkatli vecizeler sahibi; güzel kelâm insanı.” Çiğdem’e göre Meriç’in üslubu söyleyişin işaret ettiği olgusallığı açıklamak şöyle dursun kuşkulu hale getirir. Bu hususta verdiği örnekler yerindedir de. Mesela Bu Ülke’den yaptığı şu alıntı: “Evet, İslamiyet bir kanun ve nizam hakimiyeti (nomokrasi)dir.* Batı’nın gerçekleştirmeğe çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Fikir hürriyetini, insanı insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir. Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı’nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.”[1] Çiğdem bu gibi alıntıları Meriç’i, söyleyiş biçiminin, söylenen şeyin önüne geçmeye başladığı, söyleme edâsının bir yerden sonra maksada da zarar vermeye başladığı bir alanda tasvir ediyor. Vaktiyle Meriç’te kendisini çekenin söz konusu “edâ” olduğunu da itiraf ediyor: “Nitekim gençliğimin bir hayli dar ve taşralı evreninde Batı karşıtlığı, Osmanlı yüceliği, dinsel saflık ve ‘bin cihana değişmem öksüz Türklük’ fikri Cemil Meriç tarafından üstelik büyülü bir şekilde beslenmekteydi.”[2] Çiğdem’in söz konusu edâdan hareketle yaptığı tahlillerin nihayetinde vardığı yere sözü getirmek istiyorum. Çiğdem “Bu Ülke’nin yazarı, aslında bu ülkenin yabancısıydı” diyor ve ekliyor: “başka bir dil ve kültürel iklimde yaşadı ve bu ülkeye döndükçe de hayâl kırıklıkları arttı. Bir konfor alanı yaratmak isteyip geleneğe ve dine müracaat ettiğinde İbn Haldun ve Ali Şeriati’den daha fazlasını bulmuş sayılmaz.”[3] İnsanı, sözün nerede bitirildiğinin nasıl önem arz ettiğini düşünmeye sevk eden tespitler. Bana kalırsa, Bu Ülke’nin yazarının, aslında bu ülkenin yabancısı olması esasında hikayemizin hazin tarafı. Bu tespiti zihnimin bir tarafı “hangimiz değiliz ki” istifhamıyla karşılıyor. “Bu ülke”ye yabancı olmanın doğrudan “biz”e bakan tarafı olduğu gibi siyasal, toplumsal, ekonomik –yani görece dışsal kabul edilebilecek– boyutları da var. Bu boyutların kıyıcı bir Türkiye modernleşmesine hayat verdiği göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik. Cumhuriyet’in kurumsallaşma tercihleri ve siyaset pratiği de söz konusu gerçekliği “bu ülke”nin ruhuna ve yazgısına ket vuran bir güzergâhta şekillendi. Meriç içine doğduğu dünyanın tüm yaralarını berelerini bünyesinde taşıyan, bu anlamıyla ele aldığı konularla da çağının tipik bir aydını kabul edilebilir.[4] Fakat diğer taraftan yaralarını berelerini olanca çıplaklığıyla teşrih masasına yatıran ve dahası zaman içerisinde bir “rücû dikkati” geliştirebilen mümtaz bir şahsiyet de kabul edilebilir. Meriç, kimlik ve tabiat inkarının bir tür “millî dava” olarak benimsendiği topraklarda kafası karışık –ki bu, suni inkîlap hedeflerinin papağını olan Türk aydınlarının hükümferma olduğu ve değer gördüğü zamanlarda ayırıcı bir hasletti– ama yine de intibak edilmek için hedef bilinen ufukların bu ülkenin çorak topraklarına rahmet indirmeyeceğini derin bir kavrayışla sezen bir noktada düşündü ve üretti. Meriç’in, Çiğdem’in de zikrettiği, şu satırları tam da rücû dikkatinin işareti hükmünde: “Zavallı Türk aydını. . . Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır.”[5] Kanaatimce, Meriç’in kafasının karışıklığını değerli bir haslete çeviren sözünü ettiğim papağanlığın haricinde konumlanabilmiş olmasıdır. Bu anlamıyla Cemil Meriç, Ümit Meriç’in yerinde ifadesiyle, “bir hedef değil bir durak”, belirli açılardan tarife dışı bir durak olması bakımından kıymetlidir.[6]

Bu satırları yazmamın sebebi bir Meriç müdafaasına ihtiyaç duymam değil. Bir durak olarak Meriç’in Çiğdem’in sadakat güzergâhındaki yerinin faş ettiği problemle ilgileniyorum daha çok. Çünkü Meriç’i konuşmak, bu ülkenin trajedisini konuşmak kadar, Türk aydınının trajedisini konuşmak anlamına da geliyor. Meriç’in vicdanı, rücû dikkatini rahminde taşıyabilmiş görünüyor, tüm nakîsalarına rağmen. Çiğdem’in deyişiyle, “İbn Haldun ve Ali Şeriati’den fazlasını” bulamamış olsaydı bile, bu durum Meriç portresi için ne kadar şaşırtıcı ve ne kadar onu eleştirmenin sebebi kılınabilirdi, doğrusu emin değilim. Fakat emin olduğum bir şey var: Meriç’in “sadakat güzergâhı”, hiç değilse Murat Belge türevi bir isimle kıvam kazanmaması bakımından kıymetli. Şunu söylüyorum: Ahmet Çiğdem’in güzergâhı, Meriç’inkinin aksine, rücû dikkati ile şekillenmiyor. Böyle bir şeyi de Çiğdem’den beklemek abesle iştigal etmek anlamını taşıyacaktır fakat Çiğdem’in Meriç’i okuma biçimi, beni, kendi güzergâhındaki dikkatin muvazenesinin taşıdığı soruna işaret etmeye zorluyor. Güzergâhına Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, İsmet Özel girmiş, kendi tasvirlerine referansla söylüyorum, karakavruk bir Andolu çocuğu olarak Çiğdem’in yolu, Sabri Ülgener’i hariç tutarsak, Murat Belge, Fazlur Rahman ve Şerif Mardin’e varıyor. Çiğdem’in bu isimlerden özellikle Murat Belge’yi öne çıkardığı da açık.[7] Kitaba ve Çiğdem’in kitap çerçevesinde katıldığı herhangi bir programı takip etmeniz halinde benzeri ifadeleri söylediğine şahit olmanız kuvvetle muhtemel olduğu için Çiğdem’in Belge hakkındaki şu sözlerini alıntılamakta yarar görüyorum: “İnsan Murat Belge’ye laf söylerken çarpılır. Yani bu adam, yani Althusser’le birebir tanışmış. Ne bileyim, istese Murat Belge, kitapta yani ona değinemedim. Yani Murat Belge istese, şimdi mesela Tarık Ali diye bir adam var değil mi, Tarık Ali işte, New Left’in yazı kurulunda çok bilinen filan bir adam. Murat Belge üstelik Tarık Ali’den, e yani sayısal olarak 4778 kere filan daha değerli bir adam. Yazdıkları daha derin bir adam. Murat Belge öyle bir adam olabilirdi. Ama o adam ‘bu ülke’nin, bu ‘güzel ülke’nin sorunlarıyla ilgilenmeyi seçti. Bu ülkede, Türkçeyle düşünmeyi denedi. Türkiye’de işte sosyalist bir dönüşüm nasıl olabilir, demokratik nasıl bir dönüşüm olabilir, buna hayatını verdi ve bunun içerisinde genel çoğunluktan, yani şimdiki zıpır gençlerden farklı şeyleri düşünebilir bu adam. Yani ben eleştirmeyelim falan demiyorum, öyle bir ikon yaratalım bir kült yaratalım ve hep beraber ona tapalım öyle bir şey değil. Ama birader insaf ya bu yeni gençler de… bilmem ne de filan… Bu yok sayıcı bu kötücüllüğe karşı bizim yapmamız gerekenler var. Hakikaten düşünsene Murat Belge’nin yani yaptıklarını düşün kitaplarını düşün bu adam yani Joyce çevirmeni filan.”[8] Çiğdem’in Belge’nin fotoğrafının dikkate ve övgüye değer bularak zikrettiği hususların her birini şecaat arz ederken sirkatin söyleme babında, “bu ülke”nin ve sözde aydının trajedisini aşikâr eden ögeler olarak okuyorum: Tarık Ali’leşmeme tercihi, Althusser’le tanışması, Türkçeyle düşünmeyi denemesi, Türkiye’nin sorunlarıyla ilgilenmeyi ve bu çerçevede Türkiye’de sosyalist bir dönüşümün imkanına bir hayat vermeyi seçmesi…[9] Lutfetmiş. Ne âlâ idealler ve tercihler. Belge için de Çiğdem için de. Çiğdem portresini, bir konudaki yargısının sınırlarına hapsetmeye azmetmiyorum. Yargıladığım, “bu ülke”ye bakarken sadakat güzergâhını muratbelgeleşmeye vakfeden edânın kendisidir. Bu edâ, isimler değişse de yaygın ve muteber.


[1] Ahmet Çiğdem, Sadakat Güzergâhı, (Vulgus Yayınları, Ankara: 2023), s. 62-63; alıntı için bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, (İletişim Yayınları, İstanbul: 2005), s. 173-174.

[2] Çiğdem, Sadakat Güzergâhı, s. 58.

[3] Çiğdem, Sadakat Güzergâhı, s. 65.

[4] İslam, demokrasi, eşitlik vb. konuları, konu olarak seçmesinde ve “Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet” yargısındaki fecâatte görüldüğü gibi.

[5] Çiğdem, Sadakat Güzergâhı, s. 58; Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, (İletişim Yayınları, İstanbul: 2013), s. 9.

[6] “Prof. Dr. Ümit Meriç: Cemil Meriç’i bir hedef olarak değil, bir durak olarak benimsemek gerekir”, Söyleşi: Naman Bakaç, Independent Türkçe, 21 Ekim 2022, https://l24.im/jc3aMI, (Erişim Tarihi: 2 Kasım 2023).

[7] Orhan Koçak Tıkanan Güzergâh başlıklı yazısında Çiğdem’in güzergâhındaki isimler arasında Murat Belge’nin ne işi olduğunun ilk bakışta belli olmadığını söylüyor fakat ilerleyen satırlarda yazara hakkını da veriyor: “Çiğdem kendisinin ‘sağdan’, milliyetçi-mukaddesatçı bir ‘kavruk’ habitustan geldiğini bu kitapta olduğu gibi açıkça söylerken bile, bir vakitler yan yana, hatta iç içe olduğu ‘Birikim çevresine’ sadakatini yitirmedi. Kitaptaki “Murat Belge’ bölümü bunu gösterir”, bkz. Orhan Koçak, “Tıkanan Güzergâh”, Birikim Haftalık, 18 Eylül 2023, https://birikimdergisi.com/haftalik/11499/tikanan-guzergah, (Erişim Tarihi: 2 Kasım 2023). Muhtemeldir ki kitabı okuduğunda ve Çiğdem’in Belge’yi takdis ayinlerine çevirdiği yayınları izlediğinde Koçak’ın şaşkınlığı geçmiştir. Koçak’ın yerinde olsam bu güzergâhta mesela Zarifoğlu veya Karakoç’un ne işi var diye şaşırırdım.

[8] “Ahmet Çiğdem ile söyleşi: Türkiye’de özgür ve özgün düşünmenin imkânları”, Rusen Cakir medyascope, 20 Ekim 2023, https://youtu.be/vJWNw1pAeV4?si=jjN5YDHs3MC0F5Ly&t=520, (Erişim Tarihi: 2 Kasım 2023); yakınlardaki bir takdis ayini için bkz. https://www.youtube.com/live/0kMmnuC23xg?si=lNP5hHtE-9mcnpTq&t=4663, (Erişim Tarihi: 2 Kasım 2023); bu iki yayını kitabı okurken peşpeşe izlemek Çiğdem’in konuştuğu kitleye göre söylediklerini nasıl evirip çevirdiğini görmek bakımından özellikle önemli. Zeytinburnu Kültür Sanat’ta yaptığı konuşmada “İtiraf edeyim benim gerçek aşkım Peyami Safa’dır” derken, Medyascope’ta “kendi geçmişimi temize çekmek istemiyorum ama Sadettin Elibol dedi ki bunlardan adam olmaz, yani tamam bunları oku Peyami Safa, Samiha Ayverdi falan bular önemli adamlar ama bak burada başka adamlar var deyip bana başka bir dünyanın kapısını açtı.” diyor. Bu ifadeleri, tam da Peyami Safa’yı “gerçek aşkı” olarak görebilecek bir aydın portresine uygun ifadeler olarak değerlendiriyorum. Bu yaklaşım ve içerdiği parametreler –problem olarak isimlendirmek gerekirse– liquid personality başlığı altında ayrıca incelenebilir.

[9] Belge’nin hasletleri kitapta ise şöyle sıralanıyor: “Sürekli ‘sıfırdan başlamayı’ ve ‘esasları tekrarlamayı’ göze almak; bundan bıkmamak. Ancak topluma, yukardan ve bir mühendislik nesnesi olarak bakmamak.”, “‘Kamusal entelektüel’ rolünü üstlenmek; buna rağmen, ‘ferdi’ kalabilmekte muvaffak olmak.”, “karnında konuşmayı reddetmesi”, “üniversiteden sokağa seslenebilmesi” ve “üstelik üretken olması”, bkz. Çiğdem, Sadakat Güzergâhı, s. 110-111.

Sadakat Güzergâhı bağlamında şekillenen diğer notları okumak için tıklayın.

Önceki bölümü okumak için tıklayın.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

1 Yorum

  1. Pingback: Not Defteri [61-67]

Yorum yaz