Geçtiğimiz yazdan bu yana rap müziğin pop müziği alt etmesine yönelik bir iddianın gerçeklik payı tartışılıyor. Çünkü halihazırda rap müzik, yeni “pop” olma yolunda trajik bir süreç yaşıyor. İlk ergenlik yıllarını bu müzik tarzını dinleyerek geçirmiş birisi olarak neden çok değil bundan kısa bir süre öncesine kadar “aykırı” bulunan bu müzik tarzının şimdi kitlelerce çok hızlı ve hayret edilecek bir coşkuyla benimsendiğini anlamakta güçlük çektiğimi söylemek durumundayım. Bu durumun, birden fazla değişkenin dahil olduğu uzun bir sürecin sonucu olduğu muhakkak. Fakat sanırım ilk sırada yıllar süren pop hükümranlığının yeni-üretim zaafiyeti ve büyüyen yetersizliği sorunu geliyor. Pop egemenliğindeki müzik sektörünü domine eden güç sahipleri 90’lardaki büyük başarı sebebiyle desteklerini çok büyük oranda poptan yana kullandı. Fakat bu destek, 90’lardan itibaren popun bu desteğin karşılığını veremeyecek kadar güçlü bir “irtifa kaybı” yaşamasını durduramayacaktı. Ayrıca bu irtifa kaybı, zaten “kitle” müziği olan bu müzik türünün, kitle tarafından neredeyse tümüyle tüketilmesi sonucu pop-tüketim yorgunluğunu doğuracaktı. Nitekim bu yorgunluk, kitleler tarafından tüketecek daha yeni ve taze şeylere talebi doğurdu. Fakat popun “niteliği” ilgili bu realite, her şeyi birer tüketim nesnesi olarak algılayan ve büyük tüketim hızıyla bilinen kitlenin neden tercihini rap müzikten yana yaptığı sorusunun cevabı için yeterli olmayacaktır.

Adorno, “Popüler Müzik Üzerine” adlı makalesinde, popüler müziğin gerçek müzik olmayı bırakın, bir standartlaşma alameti olarak birey üzerinden grup standartlaşmasını da beraberinde getirdiğini ifade eder. Ona göre “farklı” müzik tarzı, o müziği dinleyen grupları sınıflandırmak ve bu sınıf üzerinden tanımlamak şeklinde bir fonksiyona sahiptir. Bunun sonucunda da diyalog kişiler üzerinden değil, aynı müzik türünü dinleyen “kitle” üzerinden sağlanır. Çünkü zaten “standart” olan müzik tarzı, o müzik tarzı üzerinden grubu da grubun ihtiyaç/tüketim tarzını da standartlaştırır. Fakat daha önemlisi, dinlenilen müzik tarzına kimlik kazandıran duygu hali, o müzik tarzını benimseyen herkesin, münferit olarak kimliğini şekillendiren motivasyonu da temsil eder. Örneğin bir müzik türü kendisini “utanç” şeklinde bir duygu hali ile tanımlıyorsa o müzik türünü dinleyen herkes, bu tarz üzerinden gruplaşmanın kurallarına ayak uydurmak adına “utanç” üzerinden bireysel bir karakter kazanmaya uğraşacaktır. Kanaatimce rap müziğin yeni-pop olarak arz-ı endam etmesine dair en makul açıklama burada yatmaktadır. Malum olduğu üzere rap müziğin kendisini tanımladığı duygusal karakter genellikle “isyan” üzerinden “asi/muhalif” bir portreye sahiptir. Bu self-porte, bu müzik tarzının oluşturduğu grubu da “isyan/muhalefet” üzerinden kimlikleştirir. Böylece rap müzik bir taraftan kişiye suni ve yüksek bir kendilik memnuniyeti kazandırır diğer taraftan bu memnuniyeti “muhalif” kimliği üzerinden yürütür.

Tek motivasyonu yerli ya da yersiz “muhalefet” olan bir kitle ne kadar politik olup olmayacağını dinlediği müzik türü ile beraber yaşam tarzını temsil eden grup aidiyetine borçlu olacaktır.

Kişinin kendisine dair saygısını ve memnuniyetini sürdürebileceği yegâne şeylerden birinin “itiraz” kudreti olduğuna dair şüphenin olmadığı bir çağda olduğumuzu düşününce rap müziğin “başarısı” pek de şaşırtıcı bir sonuç olmayacaktır. Bir yandan “gaz almak” suretiyle kendisinde hemen her şeye hayır diyebilme gücü bulan diğer yandan bu güçle her şeyi değiştirebileceğine inanan kitle elbette grup aidiyeti üzerinden kullanışlı bir “araç” işlevi de görecektir. En basitinden, tek motivasyonu yerli ya da yersiz “muhalefet” olan bir kitle ne kadar politik olup olmayacağını dinlediği müzik türü ile beraber yaşam tarzını temsil eden grup aidiyetine borçlu olacaktır. Dahası, belirli siyasi refleksler ile müzik türünü karakterize eden duygu durumu üzerinden rahatlıkla bağlantı kurulabildiği için grup ile siyasi çizginin “aynı dili” konuşuyor gibi yapması bile grubu kullanışlı bir nesneye çevirmek için yeterli olacaktır. Kuşkusuz bunda özellikle politik dil olmak üzere her dili “yığın”a yaklaştıran popülizmin de hatırı sayılır bir yeri vardır. Rap müzik ile devam edilecek olursa, çıkış itibariyle elitizm düşmanlığı ile bilinen popülizmin bir nevi elitizm düşmanı olarak bilinen müzik tarzı arasında ittifak kurması yadırganmayacaktır. Fakat bunun için rap müziğin en azından halka mal olabilmesi için muhteva ve biçim açısından bazı fedakarlıklarda bulunması gerekecektir. Daha büyük bir tabana hitap edebilmek için hızlı ritmik söz diziminin yavaşlatılması en başta gelen fedakârlık olacaktır. Ayrıca “yeni” bir yüz için bu misyona uygun yeni arayışlar rap müziğin kârına olacaktır. Elbette bunun için en azında “duygusal karakter” üzerinden bir ortaklık bulunmak zorundadır. Öyle ki rap müziğin Türkiye’deki kurucularından sayılabilecek bir isim olan Sagopa Kajmer, bir zamanlar arabesk müziğin zirvesi sayılan isimlerden biri olan Bergen’in şarkısı ile rap müziğe özgün içerik üretmekte bir sakınca görmeyecektir. Bu sebeple bir zamanlar pespayelik ile anılan arabesk müzik, Türkçe rapin zirvesinin dokunuşuyla hem tabanını genişletmiş hem de rap, arabeskin “muhalif/asi” mirasını kendine mal ederek gücünü perçinlemiştir. Bu bağlamda, yeni tüketim odağı olarak rap müzik “eski”yi, kendi yerini güçlendirme ve muhafaza etme adına kullanmakta herhangi bir sakınca görmeyecek, bunun sonucunda genişleyerek belirsizleşecektir. Siyaset, kültür, cinsiyet vs. gibi her açıdan sınırların gitgide belirsizleştiği bir dönemde rap müziğin de kendi sınırlarında durmayacağı, böylece “başka”sının sınırlarını kendisine katarak genişleyeceği ve belirsizleşeceği uzun bir dönem bizi bekliyor gibi. Bu genişleme elbette rap müzik adına kısa vadede avantaj gibi görünse de uzun vadede hem içerik hem şekil bakımından kendi müzikal kimliğini yitirmesine ve tümüyle tüketileceği günü beklemek durumunda kalmasına sebebiyet verecektir. Tabi ki rap, bu belirsizleşmenin ve “had bilmez”liğin müzik üzerinden temayüz etmesidir. Her alanda aynı tehlike aynı şiddette bizi şaşırtmaya devam edecektir.

Yazar Hakkında

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 2016’da mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini “Fârâbî ve İbn Sinâ’da Akıl Varlığı Olarak Tanrı” başlıklı teziyle Uludağ Üniversitesi’nde tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam ediyor.

Yorum yaz