Adnan Oktar’ın son pr çalışması adnan’ı izledim. 140journos ekibiyle dikkate değer bir iş başardıkları aşikâr. Belgeselde atılan bir taş var fakat hedefi hiç de Adnan Oktar’mış gibi görünmüyor. Belgesel, kara para aklama işinin insan bağlamına taşınmış bir versiyonu gibi. Malumatfuruşluk yapan örgütün eski üyelerini geçelim; Fatih Altaylı, Adil Serdar Saçan, Mine Kırıkkanat gibi, İslâm’a ve müminlerine karşı sicili hiç de temiz olmayan isimlerin sicilini de temize çıkarmaya ahdetmiş bir ortadaki. Oktar örgütüne karşı yürütülen mücadele uzay boşluğunda bir avuç netameli karakterin kendi şahsi çabalarıyla verilmiş gibi bir eda da kendisini ısrarla öne çıkarıyor. Bu eda öyle bir eda ki mücadele içinde gösterilen iki taraf da, bana kalırsa, esasında istediğini alıyor. Bir taraf hem kendi sicilini hem de İslam’a ve müminlerine karşı yürütegeldiği/alet olduğu kirli siyaseti temize çekiyor. Diğer taraf ise en çaresiz göründüğü noktada en sükse yapan çalışmasına imza atıyor ve içeriden paylaştığı fotoğraflarla da bunu açıkça ilan etmekten beri durmuyor. (İlginç bir şekilde, bir de Mehmet Ağar ululaması yapılıyor.)

Belgeselde Adnan Oktar eğitiminden geçmiş eski öğüt üyesinin ifade ettikleri bu noktada öğretici:

Fütursuzca örgüte saldırdı gazeteciler. Mesela Ruşen Çakır örgütü deşifre ettiğini zannediyordu ama örgüt onun üzerinden tüm Türkiye’ye korku salıp reklamını yapıyordu. Adnan Oktar’ı manşet yapıyordu. Adnan Oktar buna bilinçli izin veriyordu çünkü önce korkuyu salması önce reklamını yapması sonra ona bunları yapan kişileri de yok etmesi gerekiyordu. Bu da örgütün içinde ‘bak bütün Türkiye bizim yanımızda ama işte masonik yapıların kontrolünde olan gazeteler ve dergilerde bize karşı savaşıyor. Biz de ne yapmamız gerekiyor, mehdiyi savunmamız mehdiyi savunmamız için bu insanlara en caydırıcı şekilde en korkunç şekilde karşılık vermemiz gerekiyor.’

Bu açıklamaların devamında “tarikat karanlığına” karşı mücadele veren “solcu, komünist” basın ile Altaylı’nın ortak bir müdafaasını görüyoruz:

Dolayısıyla bize bir saldırı var müşriklerden kafir basından işte solcu komünist basından o saldırı öyle yapılmaz işte böyle yapılır diyerek o kendi talebelerini birer alet olarak bu saldırılarda kullanıyor. … Ben Fatih Altaylı’ya yaptıklarını hatırlıyorum bir yazı yazdı diye broşürler, sokaklarda photoshopla yapılmış cinsel içerikli broşürler dağıtmaya kadar gelmişlerdi.

Bu noktada Altaylı ise iddiaları dile getiriyor: “İşte geymişim, makatıma coca cola şişesi sokmuşum, kadın satıyormuşum şunlar bunlar.”

Belgeseldeki bağlam o kadar kirli ki Oktar örgütünün tüm bunları yapmış olması neredeyse önemsizleştiriliyor. Belgeseli kurgulayan akıl Oktar’ın elini temizliyor gibi. Bu temizlemedeki çıkar, sicil temizliği için mikrofon uzatıldığını düşündüren kirli karakterlerin farklı vesilelerle Oktar örgütü üzerinden manipülatif bir tarikat ve cemaat yargılamasına alan açmak ve toplumun hafızasını bir tür etki ajanlığıyla kendi din ve dindar argümanları lehine karıştırmak olarak görünürlük kazanıyor.

Mesela bir yerde Epstein üzerinden –evet Epstein üzerinden– şu “cemaat ve tarikat” analizi yapılıyor:

Mesela Epstein var Amerika’da şu an çok konuşuluyor. Aynı tarihte aynı zamanda aynı yöntemlerle bir tarikatın yol haritası gibi düşünün elinde bir kitapçık var bunu adım adım uyguluyor insanların üzerinde.

Burada bir başka konuşmacı –ki konuşmacıları ayrı ayrı zikretmenin çok da bir anlamı yok, çünkü konuşan tek bir ses var belgesel boyunca– şu cümleleri sarf ediyor:

Tarikatları tarikat yapan özellikler nedir diye baktığımız zaman şunu görüyoruz: Öncelikle karizmatik bir lider olması gerekiyor. Yani böyle hikmeti kendinden menkul kendi beyanıyla özel seçilmiş özel yetenekleri olduğuna inanılan bir üstün şahsiyet olması gerekiyor. Bu persona yaratılır. Yani sadece kişinin kendi beyanı değil çevresindeki insanların da hareketleriyle böyle bir kült böyle bir persona yaratılır. İkincisi tarikat üyelerinin önceki hayatlarıyla daha önceki sosyal bağlantılarıyla ait oldukları hayatla bütün bağları kesilir. Örgüt bir nevi kapalı bir sistemdir.

Bu tarikat analizlerine eşlik eden görüntülerde ise Osho’yu, seri katil Charles Manson’ı görüyoruz.

Bir başka yerde ise “Susurluk’tan sonraki süreç de şunu içeriyordu: Büyük bir kirlilik var, mafya tarikat her şey ortalığı sarmış ve buna karşı bir irade vardı.” tespiti karşımıza çıkıyor.

“Siyasal İslam’ın kullanılması”, “seks tarikatı” gibi terkipler de söz konusu.

Adnan Oktar örgütü lehine hazırladığı raporlarla gündem olan Şebnen Korur Fincancı’nın İşkence Atlası kitabında “gerçekten işkence gören insanların da var olduğu” fakat Oktar örgütündeki isimlere bu kitapta yer verilerek “gerçek mağdurların kullanıldığı, istismar edildiği” ve “işkenceye uğramış kişiler üzerinden Oktar örgütü mensuplarının aklandığı” dile getiriliyor. Aslında burada belgeselin mantığının da açık edildiğini söylemek mümkün.

Birincisi, Oktar örgütünün gerçekten mağduru olan insanlar kullanılarak Oktar’ın –hâlâ– karşı konulamayan gücü ve ilişkiler ağı vurgulanıyor. Bu vurguda, belgeseldeki konuşmacıların karakterleri ve iddiaları üzerinden belirli hedeflere yönelik siyasi zan düşürme operasyonu da yapılıyor.

İkincisi, esasta hiçbir organik bağ olmamasına rağmen Oktar örgütü üzerinden Müslümanların kavramları ve ilişki biçimleri tahrif ediliyor ve dahası terörize ediliyor.

Demem o ki kendi kirli tezlerini meşrulaştırmak için üretilen ve desteklenen –Oktar yapılanması gibi– örgütler üzerinden İslam’ı, müminlerini ve kavramlarını sistematik olarak yıpratan bir aklın çalışması olarak izledim adnan’ı.

Yazar Hakkında

27 Aralık 1992’de İzmir’de doğdu. Lise eğitimini (Konya) Özel İsmail Kaya Lisesi’nde, üniversite eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamladı. 2014’te Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Heidegger’de varlık, hakikat ve sanat ilişkisi üzerine yazdığı tezle tamamladı. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Felsefe Tarihi ve Sistematik Felsefe doktora programında eğitimine devam ediyor. İlk şiir kitabı Kanımız Yerde Kaldı (Ebabil Yayınları) 2018’de, Ölüm Alışkanlığı (Ketebe Yayınları) ise Mart 2022’de yayımlandı.

1 Yorum

  1. Pingback: Not Defteri [100-107]

Yorum yaz