“Hayatı akışına bırak, hayatı özüne bırak, kendini zamana bırak. Zaman seni varacağın menzile ulaştırır. Yeter ki doğayla bütünleşik, barışık ol.”, diyor Zhuangzi. Onun bu düşüncesini destekleyen “Aşçı Ping” kıssası, Taoist düşüncenin özünü kavramak için nadide bir misaldir. Hikâyede Zhuangzi’nin aşçısı (Aşçı Ping), bir öküzü sadece bıçağın olağan akışındaki eylemle keser. Öküzü keserken kendini hiç yormaz; bıçak, öküzün vücudunda zaten belli boşluklardan, çizgilerden geçer. Beceriksiz bir aşçı gibi bıçağını sık değiştirmez. Bıçağı kestiği müddetçe kullanır. Hayvanı telaşa sokmaz, kendisi de telaş içinde değildir. Her şey doğal akışında ilerler ve böylece mükemmel bir aşçı ortaya çıkar. Aşçının mükemmel kesimi sadece bıçağın keskinliğiyle ilgili değildir, aynı zamanda öküzün vücudunu da tanımasıyla alakalıdır. Aşçı yiyeceklerin içinde bir tür doğa düzeni ve her şeyin zamanına göre hareket etmesi gerektiğine vakidir.

Aşçı Ping’in eylemleri, yalnızca yemek yapmanın ve el hüneriyle et kesmeden ibaret değildir. İnsanın kendi tabiatıyla, tabiatın ilahi düzeniyle olan irtibatını ve her türlü zorlama, müdahale veya yapaylıktan vareste bir hal içinde bulunmasını temsil eder. Dolayısıyla, hikâye sadece bir meslek erbabının maharetlerini değil, aynı zamanda Taoist dünya görüşüne de ihtiva eder.

Aşçı Ping, etleri keserken bir ustalık ve zarafet sergiler ve bu, Tao’nun yani “yolun” bir tezahürüdür. O, bıçağın etle temasını bir mücadele değil, bir teslimiyet hâlinde tasvir eder. Etin damarlarını ve dokusunu idrak eden Ping, bıçağıyla adeta suyun bir nehri takip ettiği gibi hareket eder. Bu hâl, Taoizm’in temel prensiplerinden olan Wu Wei (eylemsizlikle eylem) ilkesinin mükemmel bir tatbikidir. Burada eylem, herhangi bir dayatma yahut müdahaleden azade, tabiatın akışına teslim olmuş bir hâlde icra edilmektedir.

Yukarıda zikrettiğimiz durumu tahlil eden Koreli düşünür Byung-Chul Han, Vita Contemplativa (Tefekkür Yaşamı) eserinde, aşçının yalnızca “sürece tanıklık” ettiğini ifade eder. Han’a göre aşçının eylemsizliği, oluruna bırakma eyleminin bir sonucudur. İnsanı insan yapan şey de budur. Eylemsizlik, asıl özgürlük ve insan varoluşunun bir görkemidir. Han eylemsizlik düşüncesinin insanı mekanik hale gelmekten ve sömürülmekten kurtardığını iddia etmektedir. Han, eylemsizlik durumunu denge, uyum gibi kavramlarla açıklar. Aşçı Ping, bıçağı eline aldıktan sonra bıçak, suya düşen bir taş gibi akıntının normal seyrine göre amacına ulaşır. Bu amaç, insanın önceden gözüne kestirdiği, planladığı ve fail olarak içinde bulunduğu bir durum değildir. Süreç içerisinde niyet edilen sonuç, kendi zaman akışında nihayete ulaşır.

Han, günümüz insanlarının performansa bağlı bir hayat yaşadıklarını ve bunun da hem tüketen hem de tüketilen bir varlık inşa ettiğini dile getirir. Ona göre, Zhuangzi’nin eylemsizlikle eylem düşüncesinden uzak bir hayat, iyi ve kaliteli bir yaşamdan uzaktır. İnsan dinleyerek, dinginleşerek hayatı anlayabilir ve hayata anlam katabilir. Bu açıdan beklemek, izlemek, düşünmek gibi performatif olmayan eylemsizlik hali insanın varlığın idrakine ulaşmasının yegâne yoludur. İyi bir yaşam, ancak yaşanılan şeyin ne olduğunu, mahiyetini ve özünü tefekkür etmekle ulaşılabilir.

Zhuangzi’nin Aşçı Ping kıssasıyla ilgili benzer düşünceleri olan bir başka düşünür de Martin Heidegger’dir. O, “Sein und Zeit” (Varlık ve Zaman) adlı eserinde ortaya koyduğu varoluşsal kavramlar, Zhuangzi’nin hikâyesini anlamlandırmak için farklı bir boyut sunar. Heidegger, insan varlığını anlamak için “Dasein” (orada-oluş) kavramını geliştirmiş ve bu bağlamda insanın dünyadaki varlığının anlamını, zaman ve mekân içinde kökleşmiş bir hâlde açıklamıştır. Heidegger’in düşüncesinde, insan, tabiat ile bir çatışma içinde değil, onunla “uyum” hâlinde olmalıdır. Bu uyum, onun “hakiki varlık” ile temasını mümkün kılar. Zhuangzi’nin Aşçı Ping kıssası, Heidegger’in “hakiki varoluş” ve “huzur” kavramlarını hatırlatır. Çünkü Ping, varoluşunu anlamlandıran bir eylem biçimi içinde hareket etmekte, bıçağıyla adeta Tao’nun tabiatını idrak etmektedir.

Heidegger, özellikle “aletlerin kullanımı” üzerine yaptığı tahlillerde, insanın bir nesne ile ilişkisinin yalnızca onun faydacı değerine indirgenemeyeceğini savunur. Aşçı Ping’in bıçağı, yalnızca bir araç değil, tabiatın derin düzeniyle bir köprü vazifesi görmektedir. Heidegger’in terminolojisinde bu, bir nesnenin “elde-yeter” (Zuhandenheit) hâliyle açıklanabilir. Bıçak, Ping’in maharetiyle yalnızca fiziksel bir kesim aracı olmaktan çıkar, onun tabiatla kurduğu ilişkide merkezi bir unsur hâline gelir.

Zhuangzi’nin “Aşçı Ping” kıssası bağlamında Han’nın ve Heidegger’in düşünceleri, insanın tabiatla ve kendi varlığıyla kurması gereken ilişkiyi anlamada bizlere önemli bir ışık tutmaktadır. Taoist düşünceye Heidegger ve Han’ın penceresinden bakmak, insanın gereksiz müdahalelerden kaçınarak hem tabiatın hem de kendi varlığının hakikatine teslim olmasını salık verir. Bu bağlamda, Aşçı Ping’in hareketleri, yalnızca bir yemek hazırlama süreci değil, insan varlığının derin anlamına yapılan bir yolculuktur. Doğa ile ahenk içinde yaşamak, insanın hem varoluşsal huzurunu hem de ontolojik bütünlüğünü mümkün kılan yegâne yoldur.

Yazar Hakkında

1992’de Tatvan’da doğdu. Lise eğitimini Erciş Anadolu Öğretmen Lisesi’nde, lisans eğitimini Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Bu yıllarda editörlüğünü yaptığı edebiyat dergisinde şiir ve öyküleri yayınlandı. 2015’te Özel Eğitim Bölümü’nden mezun oldu. Şubat 2020’de Bursa Uludağ Üniversitesi’nde Din Sosyolojisi alanında yüksek lisansını tamamladı. 2015’ten beri MEB’de Özel Eğitim Öğretmeni olarak çalışmaktadır.

Yorum yaz